2. Şarap Yapılması
İçin Üzümün Şırasını Çıkarmanın Hükmü
3. Şarabın Sirke
Olması Mümkün Müdür?
4. Hangi Maddeden
Yapılan İçkiler Şarap Sayılır?
5. Sarhoşluk Veren
Maddelerin Kullanılması Yasaklanmıştır
8. (Kuru Üzümle Kuru
Hurma Şırasının Ve Hurma Koruğu İle Yaş Hurma Şırasının) Karışım(I Ve Hükmü)
9. Hurma Koruğu
Şırasının Hükmü
10. (kuru üzümden
elde edilen) şıranın (içilebilmesi için) özelliği (nasıl olmalıdır)?
11. Bal Şerbeti(Ni
İçmenin Hükmü)
12. Kükreyen Şıra
Hakkında (Gelen Hadîsler)
14. (İçi Görünmeyen
Bir) Kabın Ağzından (Su) İçme(Nin Hükmü)
15. Tulumların
Ağzını Dışına Kıvırmak Suretiyle Ağızlarından Bir Şey İçme(Nin Hükmü)
16. Bardağın Kırık
Yerinden Su İçmek
17. Altın Ve Gümüş
Bardaktan Meşrubat İçmenin Hükmü
19. Bir Topluluğa Su
Dağıtan Kimse Suyu Ne Zaman İçer?
20. İçilecek Olan Şeyin
İçine Üfleme Ve Nefes Vermenin Hükmü
21. Süt İçilince
Hangi Dua Okunur?
3669... Ömer
(b. el-Hattâb) (r.a)'dan rivayet olunmuştur, dedi ki: Şarabın haram kılınması
(ile ilgili âyet) indiği gün şarap beş şeyden (olurdu): Üzümden, kuru hurmadan,
baldan, buğdaydan ve arpadan. (Oysa) hamr, aklı örten şeydir. Üç şey vardır
ki, Rasûlullah (s.a)'m bu üç şey hakkında üzerinde karar kılacağımız bir
açıklama yapmadan bizden ayrılıp (öbür âleme) gitmemesini ne kadar isterdim:
Dede, kelâle, ribâ bölümünden bazısı.[1]
Bezlü'l-Mechûd
yazarının açıklamasına göre; el-Hamîs isimli eserde şarabın hicretin altıncı
yılında haram kılındığı belir-
tilirken, et-Telkîh
isimli eserde hicretin üçüncü yılında Uhud savaşından sonra haram kılındığı ifade
edimektedir.
Hanefî mezhebine göre
içkilerin hükmü üç kısımda özetlenebilir:
1- Hamr
(şarap): Bu kelime anılınca sarhoşluk veren üzüm şırası anlaşılır. Lisan
âlimlerinin ittifakıyle hamr yani şarap ismi yalnız bu içkiye verilir.
Diğer içkilerin isimleri
başka olduğu gibi hükümleri de şaraptan başkadır. Meselâ, şarabın haramlığı
kat'i delille, diğerlerininki ise zannî delille sabittir. Hanefi ulemasına
göre şarabın on hükmü vardır:
a) Şarabın
haramlığı kat'i delille sabittir.
b) Şarab
ismi verebilmek için, kabaran şıranın köpüğünü atmış olması İmam A'zam'a göre
şart imameyne göre ise şart değildir.
c) Şarabın
kendisi haramdır. O sarhoşluk vermekle illetlendirilemez. Gerçi bazı kimseler,
"Şarabın kendisi değil sarhoş eden miktarı haramdır" demiş-lerse de
bu söz doğrudan doğruya âyeti inkâr manasına geldiğinden Hanefî imamları buna
kail olanların küfrüne hükmetmişlerdir. Çünkü Allah Teâlâ hazretleri şarap için
"rics" demiştir.
d) Şarap,
bevl gibi necaset-i galîzadır. Zira hükmü kat'i delillerle sabit olmuştur.
e) Şarabın
helâl olduğuna itikad eden kat'i delili inkâr ettiği için dinden çıkar.
f) Müslüman
için şarabın hiçbir malî kıymeti yoktur.
g) Şaraptan
faydalanmak hiçbir suretle helâl değildir, h)
Şarabın bir damlasını içene bile.hadd vurulur.
i) Şarabı
kaynatmak dahi tesir etmez, o yine haramdır, j) Hanefîlere göre şaraptan sirke yapılabilir.
Sair sarhoşluk veren
içkilere gelince, onlar da haramdır. Ancak bazı hükümlerle şaraptan
ayrılırlar. Yani onların haramlık derecesi şaraptan azdır.[2]
2- Meyvelerin
ve bitkilerin suyundan yapılan içkiler. Bunlar da ikiye ayrılır:
a) Tıla:
Üçte birinden biraz fazla kalıncaya kadar kaynatılan üzüm sırasıdır. Yani
kaynaya kaynaya üçte ikisine yakın kısmı buhar olmuştur. "Bazak"
bunun Farsçasıdır. Kelimenin aslı "bâde"dir. Doğrudan doğruya şaraba
dahi "bade" diyenler vardır.[3]
b)
Pişirilmeden kendi kendine kabaran taze hurma suyu (nakîü't-temr) ile, kendi
kendine kabarıp^ kuvvetlenen, kaynatılmış kuru üzüm sırasıdır.
"Nakîü't-temf"
denilen bu hurma suyuna "seker" ismi de verilir.[4]
Bu ikinci kısma
girenlerin azı da çoğu da haramdır. Fakat haram oluşları zannî delillerle
sabit olmuştur.
3- Bunların
dışında kalan içkilerdir. İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göre, bu kısma
giren uyuşturucu İçkilerin sarhoş etmeyecek kadarını içmek helâldir. Sarhoş
edecek kadarını içmekse haramdır. İmam Muham-med ile İmam Şafiî, İmam Mâlik ve
İmam Ahmed'e göre ise; bunların azını da çoğunu da içmek haramdır.
Sahih olan kavle göre
bu içkilerden herhangi birini içerek sarhoş olan bir kimseye hadd cezası
uygulanır. Şarabın ise bir damlasını içene bile hadd vurulur.
el-Kevkebü'd-Dürrî, isimli eserde böyle denilmektedir.
Hanefi ulemasının bu
babdaki görüşlerini özetlerken İbn Âbidin de şöyle diyor:
"İmam Ebû Hanife
(r.a) diyor ki: "Bana dünyayı bağışlasalar yine "nebiz" denilen
içkinin haram olduğunu söyleyemem. Çünkü bunun haram olduğunu söylemek zımnen
bazı sahâbîlerin fasık olduğunu söylemektir. Bana dünyayı bağışlasalar yine de
nebizi içmem. Çünkü benim ona ihtiyacım yoktur." Bu fetvasından ve
takvasından dolayı Hz. İmama aşk olsun doğrusu."
Metinde geçen
"dede" kelimesinden maksad, ölen ile arasında kadın bulunmayan
dededir. Babanın babası, babanın babasının... babası gibi.
Feraiz bölümünde
açıkladığımız gibi, dede mirasta dört halde bulunur. Bu hallerden biri de
dedenin, mirasta ölen kimsenin ana-baba bir erkek kardeşleriyle bulunmasıdır.
Hadis-i şerifte kastedilen de, bu halde onun mirastan hissesine düşecek olan
pay olması gerekir. Çünkü ashab-ı kiramın arasındaki ihtilâf bu halle
ilgilidir.
Kelâle ise, anne ve
baba cihetlerinin dışında olan, yani usûl ve fürû silşilesini teşkil eden dikey
nesebin dışında kalan karabet (yakınlık) demektir.[5] Ancak
bu mevzuda inen Nisa sûresinin 12. ve 176. âyetleri kapalı olduğundan ashab-ı kiram
kelâle'nin tarifinde ihtilâfa düşmüşlerdir. Hz. Ömer'in, "Keşke Hz.
Peygamber vefatından önce bu meseleyi açıklasaydı" diye temennide
bulunması bu yüzdendir.
Bu hadis-i şerifte,
"ribâ bablanndan bir bab" sözüyle kastedilen "Ribâ
el-fadl"dır.
Bilindiği gibi ribâ
el-fadl, eşitsizliğe dayanan mübadele (değişim) demektir. Bu husus şu hadis-i
şerifte ifadesini bulmaktadır:
"Altına mukabil
altın, gümüşe mukabil gümüş, buğdaya mukabil buğday, arpaya mukabil arpa,
hurmaya mukabil hurma, tuza mukabil tuz, aynı evsafta, aynı miktarda ve peşinen
mübadele edilmelidir. Fazlalaştıran veya veresiye isteyen ribâya sebep olmuş
olur. Mübadele edilecek meta'lar farklı ise istediğiniz gibi mübadele
edebilirsiniz."[6]
Bezlü'l-Mechûd
yazarının açıklamasına göre, ribânın diğer bir nevi olan ribâ en-nesîenin gerek
tarifinde gerek hükmünde ashab-ı kiramın ittifak edip ribâ el-fadl hakkında
ihtilâfa düştüklerine bakılırsa, mevzumuzu teşkil eden bu hadiste Hz. Ömer'in,
Hz. Peygamber tarafından açıklığa kavuşturulmasını temenni ettiği ribâ
çeşidinin ribâ el-fadl olması gerekir.[7]
3670... Ömer
b. Hattâb (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre;
(Hz. Ömer), şarabın
yasaklanması (ile ilgili âyet) inince, "Ey Allah'ım, şarap hakkında bize
şifa verici bir açıklama getir" diye dua etmiş ve Bakara süresindeki,
"Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: Onlarda (insanlar için) büyük
günah vardır."[8] âyeti nazil olmuş. Bunun
üzerine Hz. Ömer çağrılarak kendisine (bu âyet-i kerime) okunmuş. (Hz. Ömer bu
âyeti dinleyince tekrar), "Ey Allah'ım, şarap hakkında bize (sadra) şifa
verici bir açıklama getir" diye dua etmiş, bunun üzerine Nisa süresindeki,
"Ey iman edenler, sarhoş iken namaza yaklaşmayın."[9] âyeti
nazil olmuş. (Bu âyet indikten sonra) RasûlulIah (s.a)'m bir tellâlı namaz
kılma-vakti gelince, "Sarhoşlar namaza yaklaşmasın" diye yüksek sesle
bağırırmiş. (Hz. Ömer tekrar çağrılarak) kendisine bu âyet de okunmuş. O yine,
"Ey Allah'ım, şarap hakkında bize (sadra) şifa verici bir açıklama
getir" diye dua etmiş. Arkasından Mâide süresindeki şu, "Artık
vazgeçenlerden misiniz?"[10] âyeti
nazil olmuştur. (Hz. Ömer sözlerine devam ederek), "Biz de (şaraba ve
kumara) son verdik" demiştir.[11]
Tıybî'nin açıklamasına
göre, Allah (c.c) içki hakkında tedrici olarak dört ayet inzal buyurmuştur:
"Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden de içki ve güzel bir rızk
edinirsiniz"[12]
âyeti Mekke'de nazil oldu. İslâmın ilk devrelerinde zaten müşlümanlar içki içiyorlardı
ve helâl idi. Sonra Medine'de, "Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki:
Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için faideier vardır." âyeti nazil
olunca sahâbîlerden bir kısmı, âyetteki "onlarda büyük günah vardır"
emrine uyarak içki ve kumarı terkettiler. Diğer bir kısmı ise âyette
"onlarda insanlar için faîdeler vardır" emrine ittiba ederek içkiye
devam ettiler.
Daha sonra bir gün
Abdurrahman b. Avf (r.a) sahâbîleri davet ederek bir ziyafet verdi. Ziyafette
çokça yemek yendi ve içki içildi. Akşam namazı vakti olunca, içlerinden birini
imam seçerek namaz kılmaya başladılar. İmam olan kimse, namazda zammı sûre
olarak okuduğu, "(Habibim) de ki: Ey kâfirler! Ben sizin taptığınıza
tapmam"[13] âyetini, "Ben sizin
taptıklarınıza taparım" şeklinde okudu. Bunun üzerine, "Ey iman
edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye ve eünüp iken de -yolcu
olmanız müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın"[14]
âyeti nazil oldu. böylece namaz vakitleri içki içmek yasaklandı. Bir kısım
müşlümanlar ise, yatsı namazından sonra içki içmeye devam ettiler.
Bundan sonra sahâbî
Itbân b. Mâlik (r.a) bir deve başını kızartarak, içlerinde Sa'd b. Ebî Vakkâs
(r.a)'ın da bulunduğu bir cemaati davet etti. Davette yemek yemeye ve içki
içilmeye başlandı. İçkinin tesiriyle karşılıklı şiirler söylemeye başladılar.
Şiir söyleyenlerden biri, kabilesini öven, onları hicveden bir kaside söylemeye
başlayınca Ensar'dan biri devenin çene kemiğini alarak Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın
başına vurdu ve kan akıttı. O da başının kanı ile Rasûlullah (s.a)'a giderek
şikâyette bulundu. Bunun üzerine: "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili
taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır..."[15]
âyeti nazil oldu.
İkinci incelik:
İçkinin tedricî emirlerle haram kılınmasında çok ince ve derin hikmetler
vardır. Cahiliyet devrinde Araplar, içkiye alışkandılar. İçki hayatlarının bir
parçası gibiydi. Eğer bir emirle yasaklansaydı, onlara çok zor gelirdi. Hatta
yasaklama emrine uymazlardı. Hz. Âişe (r.ahha)'nin; "Önce Kur'an'ın uzun
bir sûresinde cennet ve cehennemi bildiren âyetler geldi. İs-lâmı kabul
edenler, islâmî esaslara iyice alıştıktan sonra helâl ve haramı bildiren
âyetler gelmeye başladı. Eğer içki hususunda başlangıçta, "içkiyi
içmeyin" emri nazil olsaydı, onlar "içkiyi kat'iyyen bırakmayız"
diyeceklerdi." sözünden, İslâmın sosyal hastalıkları tedavide takib
ettiği tedricilik metodunu açıkça ve kolayca anlamak mümkündür.
Görüldüğü gibi içki
hususunda nazil olan birinci âyette halkı ondan nefret ettirme, ikinci âyette
mala ve bedene verdiği büyük zararlarla içkinin sağladığı az menfaati mukayese
etme ve nefret ettirme, üçüncü âyette namaz vakitlerinde içki içme yasağı ve
namaza yaklaştırmama, dördüncü âyette de kesin olarak haram kılma yoluna
gidildi.[16]
Bilindiği gibi
Allah'ın bir şeyi yasaklamasında insanlar için pekçok hikmetler ve maslahatlar
vardır.
Gerçekten bugün tıp dünyası
içkinin insan sağlığına verdiği zararlar üzerinde ittifak halindedir. Bu
mevzuda hazırlanmış olan istatistikler ile bazı devletlerin zaman zaman
teşebbüs ettiği içki yasağı bunun iktisadî, sosyal ve ahlâkî zararlarının
apaçık delillerindendir.[17]
İçkinin insan vücuduna
verdiği zararları şu şekilde özetlemek mümkündür:
"... Vücudun
kilosu başına 1/2 mg. alkol dahi beynin çalışmasını etkilemektedir. Kanda %
0,3-0,4 arasında alkol bulunması dahi dengenin bozulmasına sebep olmaktadır.
Endüstri kazaları ise kanda % 0,1 kadar düşük bir alkol miktarında bile
meydana gelebilmektedir."
"Alkoliklerde
hastalanma oram normalden 2,3 kat fazladır. Alkoliklerde günlük hayatta kazaya
uğrama ihtimâli sekiz kat, endüstride kazaya uğrama ihtimali iki kat daha artmaktadır."
Alkolün, vücudta
yaptığı pek çok tahribattan başka, nesle de zararı vardır. "Her türlü
kimya-fizik tesirlerinden korunmuş olan yumurta hücreleri alkolün eritici cebri
hassasından dolayı bu mel'un zehire kalelerini açar. Gelecek neslin en mahrem yerlerine
kadar alkolün tahribkâr tesiri müşahede olunur. Mutlak istatistikler
göstermiştir ki, alkoliklerin neslinde madde ve ruh hastalıkları boldur."
İçki bütün bunlar ve
bunların dışında kalbe, böbreğe, damarlara ve hormonlara olan menfi tesirleri
yüzünden Kur'an tarafından yasaklanmış ve haram kılınmıştır. Bunda birçok
faydaların yanında, insan ve neslini koruma gayesi de mevcuttur. Genel sağlığı
koruma profesörü Hirş'in dediği gibi, "Amerika'nın on sene bile yapmaya
muvaffak olamadığı büyük cemiyet hizmetini İslâmiyet, asırlarca önce yapmış ve
bu büyük belâdan nesilleri muhafaza etmiştir."[18]
Avnü'l-Ma'bûd
yazarının açıklamasına göre, "Ey iman edenler; içki, kumar, dikili taşlar,
fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır..."[19]
âyet-i kerimesinde içkinin haram olduğuna delâlet eden yedi tane delil vardır:
1.
"Rics-pis" kelimesidir. Çünkü pis olan herşey haramdır.
2.
"Şeytanın amelinden" kelimesidir. Çünkü şeytanın her ameli haramdır.
3.
"Ondan kaçınınız" kelimesidir. Çünkü Allah'ın kaçınılmasını emrettiği
işlerden herhangi birisini yapmak haramdır.
4.
"Umulur ki felaha erersiniz" kelimesidir. Çünkü felahtan uzaklaştıran
işler yapmak haramdır.
5.
"Şeytan şarap ve kumar yolu ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak
ister..."[20] sözüdür. Çünkü müslümanlar
arasında düşmanlığa sebeb olan her iş haramdır.
6.
"Sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak istiyor..." sözüdür.
Çünkü Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoyan işleri yapmak haramdır.
7.
"...Artık vazgeçtiniz değil mi?" sözüdür. Çünkü Allah'ın kullarına
son vermelerini emrettiği bir işi yapmak haramdır,
Mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerifte söz konusu edilen ikinci bir mesele de kumar yasağıdır. Kumar
da içki gibi fertlerin ve cemiyetlerin çökmesini hazırlayan felaketlerden biri
olduğu için yüce Allah, kullarına olan rahmetinden dolayı onu da
yasaklamıştır.
Kumarın zararlarından
bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Kumar
esnasında kumarbazın sinirlen bozulur. Bu durum zamanla onun şahsiyetinin
bozulmasına ve hayatının mahvına sebep olur.
2. Kumarbaz
devamlı olarak korku psikolojisi içindedir.
3. Kumarbaz,
ya kazanır ya kaybeder. Her iki durum da onun aleyhindedir.
4. Kumarda
kaybedenin zararı bellidir. Kazanan ise kazandığı parayı nasıl harcayacağına
aldırış etmez. Çünkü onu kazanırken ter dökmemiştir.[21]
3671... Ali
b. Ebî Talib (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre;
Ensar'dan bir adam
şarabın haram kılınmasından önce (ki günlerde) Hz. Ali ile Abdurrahman b.
Avf'ı çağırıp onlara (sarhoş edecek şekilde şarap) içirmiş. (O sırada akşam namazı
vakti girmiş ve Hz. Ali) akşam namazında cemaate imam olmuş. (Namazda)
"Kul ya eyyühel-kâfirûn" (sûresin)i okumuş ve sûrede yanılmış. Bunun
üzerine "...Sarhoşken, ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza
yaklaşmayın"[22]
(âyeti) nazil olmuş.[23]
Tirmizî'nin rivayetine
göre Hz. Ali namazda "Kâfirûn" sûresini sarhoşluğun tesiriyle, "Kulyâ eyyühel Kâfirûne lâ a'budu ma
ta'büdün ve nahnü na'büdü ma ta'büdün" şeklinde okunmuştur. Her ne kadar musannif
Ebû Davud'un bu rivayetiyle Tirmizî'nin rivayetinde, akşam namazını sarhoş
iken kıldıran ve sarhoşluğun tesiriyle sûreyi yanlış okuyan kimsenin Hz. Ali
olduğu ifade edilmekte ise de; Avnü'l-Ma'bûd yazarının açıklamasına göre,
Hâkim'in sahih olarak rivayet ettiği bir hadis-i şerifte sarhoş iken namaz
kıldıran zatın Hz. Ali olmayıp başka bir adam olduğu ifade edilmektedir.
Hâkim'in bu rivayeti, söz konusu hâdisede sarhoşluğu ve Kâfirûn sûresini
mananın fahiş şekilde bozulmasına sebep olacak şekilde yanlış okuma olayını
Hz. Ali'ye isnad etmek isteyen Haricîler aleyhine büyük bir delildir. Esasen bu
hadisin ravisinin bizzat Hz. Ali'nin kendisi olduğu düşünülürse, sarhoş olan
ve yanılan kimsenin başka birisi olduğu kolayca anlaşılır. Çünkü ne söylediğini
bilmeyen bir sarhoşun, kendisine geldikten sonra sarhoşluk halindeki
sayıklamalarını tam tamına hatırlayıp naklettiği düşünülemez.
Ayrıca bu hadisin
senedinde Atâ b. Sâib vardır. Hafız Münzirî'nin açıklamasına göre, "Yahya
b. Maîn ile İmam Ahmed (r.a) onun her rivayetine güvenilemeyeceğini
söylemişlerdir." Bu durum, bu mevzuda doğru olan rivayetin Hâkim'in
rivayeti olduğunu gösterir.
Yine Hafız Münzirî'nin
açıklamasına göre, bu hadis değişik şekillerde rivayet edilmektedir. Meselâ
musannif Ebû Dâvûd ile Tirmizî'nin rivayetlerinde bu hadis Atâ b. es-Sâib
yoluyla Hz. Ali'ye muttasıl bir senetle ulaştırılırken; Süfyân-i Sevrî ile Ebû
Ca'fer'in rivayetlerinde, Hz. Ali ile Atâ b. es-Sâib arasındaki Ebû Abdurrahman
es-Sülemî'den bahsedilmemektedir. Hadisin senedinde böyle bir ihtilâf
bulunduğu gibi metninde de ihtilâf vardır.
Meselâ Tirmizî ve Ebû
Davud'un rivayetlerinde sarhoş iken namaz kıldıran zatın Hz. Ali olduğu ifade
edildiği halde, Nesâî'nin rivayetinde bu zatın Hz. Abdurrahman b. Avf olduğu açıklanmakta,
Ebû Bekir Bezzâr'ın rivayetinde ise bu zatın isminden bahsedilmemektedir.
Bunların dışındaki rivayetlerde ise sadece cemaatin içinden birisinin öne
geçip namaz kıldırdığından bahsedilmekle yetinilmektedir.
Bütün bu ihtilâflar bu
mevzudaki rivayetlerin en sahihinin Hâkim'in rivayeti olduğunu göstermektedir.[24]
3672... İbn
Abbas (r.a)'dan rivayet olunmuştur, dedi ki:
"Ey insanlar;
şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) ve (üzerine yazılar yazılmış) şans
okları..."[25] âyet-i kerimesi; "Ey
inananlar; sarhoşken namaza yaklaşmayın..."[26]
âyeti ile "Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: O ikisinde büyük
günah vardır; (bir takım) faydalar da vardır"[27]
âyetini neshetmiştir.[28]
Mâide sûresinin 90.
âyetinin neshettiği iki âyetten birincisinin tamamı şu mealdedir: "Ey iman
edenler; siz sarhoş iken ne söyleyeceğinizi bilînceye kadar namaza
yaklaşmayın."[29]
Mâide sûresinin
neshettiği diğer âyet-i kerimenin tamamı ise şu mealdedir: "Sana içkiyi
ve kumarı sorarlar, de ki: Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için
faydalar vardır. Günahları ise faydalarından daha büyüktür..."[30]
Bu iki âyeti nesheden,
Mâide sûresinin 90. âyetinin tamamının meali de şöyledir: "Ey inananlar;
şarap, kumar, dikili taşlar, (putlar), (üzerine yazılar yazılmış) şans okları
(çekmek ve bunlara göre hareket etmek) şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan
kaçının ki kurtuluşa eresiniz!"
Biz bu mevzuyu 3670
numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum
görmüyoruz.[31]
3673... Enes
(b. Mâlik)'den (r.a) rivayet olunmuştur, dedi ki:
Şarabın (yeni) haram
kılındığı sıralarda ben Ebû Talha'nm evinde bir topluluğa içki dağıtıyordum. O
gün(lerde) fadîh (denilen içki) den başka bir içkimiz yoktu. Yanımıza bir adam
geliverip; "Muhakkak ki şarap haram kılınmıştır! Rasûlullah (s.a)'ın
tellalı (da bunu) yüksek sesle ilan etti" dedi. Biz de, (bu adam)
Rasûlullah'ın tellâlıdır dedik (ve içki âlemimize son vererek oradan
uzaklaştık).[32]
Fadîh: Hurma
koruğundan yapılan içki demektir. Hadis-i sent; Hz. Peygamberin sağlığında,
uzum suyundan yapılan şarabın dışında, hurmadan ve diğer ürünlerden yapılan
sarhoşluk verici içkilerin de şarap (hamr) gibi haram sayıldıklarını ifade
etmektedir. Esasen içkiler hakkında Rasûlullah (s.a) ile ashab-ı kiramdan
muhtelif hadisler gelmiştir. Bu hadislerde isimleri geçen içkiler; tilâ,
bâzak, bit', ci'a, mir, seker, fadîh ve sükrüke gibi şeylerdir.
Tilâ: Üçte birinden
biraz fazla kalıncaya kadar kaynatılan üzüm sırasıdır. Bâzak da bunun
farsçasıdır.
Bit': Bal şerbetinden
yapılan içkidir.
Ci'a: Arpa suyundan
yapılan içkidir.
Mizr: Darıdan yapılan
içkidir.
Seker: Ateşte
kaynatılmadan suda ıslatılarak kuru hurmadan yapılan içkidir. Aynı şekilde
hurma koruğundan yapılana "fadîh" derler.
Sükrüke: Mısır ve
darıdan yapılan içkidir.
Halîtayn: Kuru hurma
ile koruk hurmayı suda ıslatarak yapılan içkidir.
İbn Hibbân ile
Tahavî'nin tahric ettikleri, Sa'd b. Ebî Vakkâs'dan rivayet edilen,
"Sizi, çoğu sarhoşluk veren şeyin azından da nehyediyorum."
mealindeki hadis-i şerif, sözü geçen bu içkilerin tümünün haram kılındığım ve
bunların-azını içmenin, çoğunu içmek gibi haram olduğunu ifade etmektedir.[33]
3674...
(Abdullah) İbn Ömer, Rasûlullah (s.a)'ın (şöyle) buyurduğunu söylemiştir:
"Şaraba, onu
içene, sunana, satana (ve alana), onu (üzümden) sıkıp çıkarana, onun sıkılıp
çıkarılması için emir verene, taşıyıcısına, kendisine getirilen kimseye Allah
lanet etsin."[34]
Hadis-i şerifte şu
dokuz şeye lanet edilmektedir: 1)
Şaraba. 2) Âsıra: Yani şarap
yapılması için üzüme sıkıp şırasını çıkarana. Bu işi kendisi için yapması ile
başkası için yapmış olması arasında fark yoktur. Lanete müstehak olan, üzümün
şarap yapılması niyetiyle Çıkılmasıdır. 3)
Şarabı içene. 4) Şarabı başkalarına
sunana. 5) Onu satana. 6) Satın alana. 7) Şarap yapılması için üzümü başkalarına sıktırana. 8) Şarabı bir yerden diğer bir yere
taşıyana. 9) Kendi isteği üzerine
kendisine şarap taşınan kimseye.
Bunlara ilâveten Hz.
Peygamber'in lanetlediği kimseler arasında Tirmizî ve İbn Mâce'nin
rivayetlerinde; şarabın parasını yiyen, kendisine şarap sunulan ve kendisine
şarap satın alınan kimseler de sayılmaktadır.
Bilindiği gibi
herşeyin lanete hedef olması ve lanetten etkilenmesi kendi durumu ve
özelliklerine göre olur. Meselâ, şarabın lanetten etkilenmesi, onun içilmesinin
haram hale gelmesi ve pis hale gelmesi şeklinde olur. Bu lanete hedef olan
insanların ondan etkilenmeleri ise; günahkâr olmaları, Allah'ın rahmetinden
uzak ve mahrum olmaları şeklinde tecelli eder.
Mezlü'l-Meclıûd
yazarının açıklamasına göre, "Şarabı kendisi içmek için taşıyan kimse bu
lanete hedef olursa da kendisi içmek için değil de ücret karşılığında
başkalarına taşıyıveren kimse bu lanete^ hedef olmaz. İbn Âbidin de bu
görüştedir. Hidâye müellifi bu mevzuda İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf ve
İmam Muhammed arasında ihtilâf bulunduğunu zikrettikten sonra, İmam Ebû
Hanîfe'ye göre; başkasına ücretle şarap taşıyan kimsenin de bu hükme
girmediğini söylemiştir."[35]
TuhfetüM-Ahvezî
yazarına göre, "Şarap satan ve satın alan, hangi maksatla satarsa satsın
veya satın alırsa alsın hadis-i şerifteki lanete müstehaktır."[36]
Şarap yapılması için
üzümü sıkıp şırasını çıkaran ya da başkasına sıktıran kimsenin durumu da
böyledir.[37]
3675... Enes
b. Mâlik (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;
Ebû Talha Peygamber
(s.a)'e (bir miktar) şaraba vâris olan yetimlerin elinde bulunan bu şarabı)
sormuş, (Hz. Peygamber) "Onu dök!" cevabını vermiş. (Ebû Talha):
Onu sirke de
yapmayayım mı? diye sorunca (Hz. Peygamber): "Hayır!" cevabını
vermiş.[38]
Bu hadis, şaraptan
sirke yapmayı caiz görmeyen İmam Şafiî, İmam Ahmed ve çoğunluk ulemanın
delilidir. Onlara göre; şarabın içine ekmek, soğan, maya veya başka bir şey
atmak suretiyle sirke yapılan şarap temiz olmaz. Necaseti bakidir. İçine atılan
şey de pis olur. Artık bu sirke ebediyen temiz olmaz. Fakat, şarap güneşten
gölgeye yahut gölgeden güneşe nakletmek suretiyle sirke olursa temiz sayılıp
sayılmayacağı hususunda Şâfiîlerden iki görüş rivayet olmuştur. Esah kavle
göre temiz olur.
İmam A'zam ile Evzaî
ve Leys; sirke yapmakla şarabın temiz olacağına kaildirler. İmam Mâlik'ten üç
rivayet vardır. Bunların esah olanına göre şaraptan sirke yapmak haramdır. Sirkeyi
yapan Allah'a âsi olur. Fakat yapılan sirke temizdir. İkinci kavle göre
haramdır, sirke yapmakla temiz olmaz. Üçüncüye göre helâldir, temiz olur.
Âlimler, kendi kendine
sirke olan şarabın temiz sayılacağına icma etmişlerdir. Mâlikîlerden Sahnûn'un;
"Temizlenmez" dediği rivayet olunmuştur. Nevevî: "Eğer bu doğru
ise, kendinden evvel gerçekleşmiş olan icma ile merdudtur" diyor.[39]
3676...
Numân b. Beşîr (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a) şöyle
buyurmuştur:
"Üzümden de şarap
olur, hurmadan da şarap olur, baldan da şarap olur, buğdaydan da şarab olur,
arpadan da şarap olur."[40]
Hattâbî'nin dediği
gibi, bu hadis-i şerif; Hz Ömer'in 3669 numaralı hadis-i şerifteki üzüm, kuru
hurma, bal, buğday ve arpa gibi bitkilerden yapılan içkilerin hepsinin de hamr
(şarap) hükmünde olduklarına dair ifadesini te'yid eden açık bir delildir.
Nitekim Hz. Ömer, sözü geçen hadis-i şerifteki bu ifadesinin hemen arkasında,
akla sarhoşluk veren herşeyin şarap hükmünde olduğunu söylemiştir ki, bu onun
kıyas neticesinde varmış olduğu bir hükümdür ve mevzumuzu teşkil eden hadis-i
şerifin ruhuna tam tamına uygundur. Hz. Ömer'in bu davranışı, kıyasın meşruluğuna
ve henüz vukua gelmeyen bir şeyi, aynı hükmü taşıyan bir şeyin isminden türeyen
bir isimle isimlendirmenin caiz olduğuna delâlet eder. Binaenaleyh mevzumuzu
teşkil eden hadis-i şerifin manası, "şarap sadece beş maddeden
yapılır" demek değildir. Ancak bu hadis-i şerifte, Hz. Peygamber zamanında
kendilerinden şarap yapılan beş madde bulunduğu, bu maddelerden elde edilen
şarabın özelliğini taşıyan bir içkinin şarap hükmünde olduğu, bunun şu veya bu
maddeden yapılmasının önemli olmadığı ve bir içkinin şarap hükmünde olduğunu
söyleyebilmek için önemli olan hususun onun sarhoş edici bir özellik taşıması
gerektiğidir.
Bezlü'l-Mechûd
yazarının açıklamasına göre; hamr (şarap) ile, üzümün dışındaki maddelerden
elde edilen sarhoşluk verici diğer içkiler arasında hüküm bakımından şu
ayrılıklar vardır:
1- Şarabın
azını da çoğunu da içmek haramdır. Çünkü şarabın bizzat maddesi haramdır. Diğer
içkilerin ise, İmam Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf'a göre, sarhoşluk verecek
miktarını içmek haramdır. Daha azım içmekse haram değildir.
2- Şarabın içilmesinin
helâl olduğunu söyleyen bir kimsenin kâfir olduğuna hükmedilir. Çünkü onun
haramhğı kat'i delille sabittir. Diğer içkilerse böyle değil.
3- Şarabın
azını içene de çoğunu içene de hadd vurulacağında icrha vardır. Eğer suyla
karıştırılıp içilirse hüküm fazla olana göredir. Eğer bu karışımda suyun
Özellikleri üstünse had vurulmaz. Fakat bu kimse şarap pis olduğu için içine
pislik karışmış bir suyu içmiş sayılır. Şarabın rengi, tadı ve kokusundan ikisi
galebe etmişse ona hadd vurulur.
4- Şarap içene
seksen değnek vurulur.
5- Müslümanın
şaraba sahiplenmesi veya onu mal olarak birisine vermesi haramdır.
6- Bir
müslümanın elinde bulunan şarabı telef eden bir kimse onu ödemekle mükellef
değildir.
7- Şarap
necâset-i galîzadandır. Bu bakımdan elbisesinde dirhem miktarından fazla şarap
bulunan bir kimsenin namazı caiz olmaz.
Sarhoşluk verici diğer
maddelere gelince;-onlardan sarhoşuk verecek kadarını içmek aynen şarap içmek
gibi ise de bu miktardan azını içmek haram değildir. İmam Ebû Hanîfe ile İmam
Ebû Yusuf'a göre, şarabın dışındaki sarhoşluk verici içkileri satmak kerahetle
caiz ise de İmam Muhammed'e göre asla caiz değildir.
Şarabın dışındaki
sarhoşluk verici içkilerin pisliği meselesinde İmam Ebû Hanîfe'den iki görüş
rivayet edilmiştir:
a) Eğer dirhem
miktarından fazlası bir elbiseye dökülürse o elbiseyle namaz olmaz.
b) Hiçbir
zaman namaza mani değildir.
Hanefî âlimlerine
göre, her ne kadar mevzumuzu teşkil eden hadisin zahiri Hanefî mezhebinin
şarapla diğer alkollü içkiler arasında yaptığı bu ayrıma aykırı ise de, aslında
Hz. Peygamber'in şarabın haramlığını söylemekle yetinmeyip diğer alkollü
içkileri içmenin de haram olduğunu özel olarak açıklamaya ihtiyaç duyması,
aslında şarapla diğer alkollü içkiler arasında bir fark olduğunu belirtmek için
yeterli bir delildir
Kurtubî, Hanefî
âlimlerinin bu görüşünü reddederken şöyle diyor: "Enes ve başkalarından
rivayet edilen çeşitli sahih hadisler, hamrın yalnız üzümden elde edilen
şarabın adı olup diğer meşrubata şumülü olmadığına kail olan Kûfelilerin (Ebû
Hanîfe ve taraftarları) bu konudaki görüşünün bâtıl olduğunu ortaya koymuştur.
Kûfelilerin bu görüşü Arap lisanına, sahih hadislere ve sahabenin tutumuna
muhaliftir. Sahabe, hamr âyetinde va-rid olan emirden sarhoşluk veren her çeşit
içkiden kaçınılması manasını anlamışlar, üzümden elde edilen şarap ile diğer
maddelerden elde edilen meşrubat arasında ayrım yapmamışlardır. Sahabe,
sarhoşluk veren her içkiyi haram kabul etmiştir. Tahrim âyeti nazil olunca, bu
mesele hakkında şüpheye düşüp tevakkuf ettikleri veya açıklama istedikleri
rivayet edilmemektedir. Aksine, her çeşit maddeden mamul içkilerini, tahrim
âyetinin nazil olması üzerine hemen döktükleri rivayet ediliyor. Kur'an,
onların kendi lisanı ile nazil olmuştur ve her halde onlar, hamr kelimesinin
delâlet ettiği manaya herkesten daha çok vâkıftırlar..."[41]
Mevzumuzu teşkil eden
bu hadisin senedinde ibrahim b. Muhacir el-Becelî el-Küfî bulunmaktadır. Bu
ravi hadis âlimlerinin birçoğu tarafından tenkid edilmiştir.[42]
3677...
Numan b. Beşîr (r.a) dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a)'ı şöyle derken işittim:
"Şarap, şıradan
(olduğu gibi) kuru üzümden, kuru hurmadan, buğdaydan, arpadan ve darıdan (da
olur.) Ben sizi (bunlar gibi) sarhoşluk veren herşeyden nehyediyorum."[43]
3678... Ebû
Hureyre (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Şarap şu iki
ağaçtan, yani hurma ve üzüm ağacından (yapılan içki)dir."
Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu
hadisin ravisi) Ebû Kesîr el-Guberî'nin ismi, Yezid b. Abdurrahman b. Gufeyle
es-Sahmî'dir. Bazıları (onun isminin) Üzeyne (olduğunu) söylemiş/erse de
doğrusu Gufeyle'dir.[44]
Şarabın hurma ve
üzümden yapıldığını ifade eden bu hadisle; üzüm ve hurmadan yapıldığı gibi
baldan, buğdaydan ve arpadan da yapılabildiğini ifade eden 3676 ve 3677 numaralı
hadisler arasında bir çelişki olduğu söylenemez. Çünkü bu hadiste ifade
edilmek istenen; şarabın çoğunlukla üzümle hurmadan elde edildiğidir, bu
ikisinin dışında başka bir maddeden şarap elde edilemeyeceği değildir.
Bu hadis, şarabın
haram kılındığını te'kid etmek için söylenmiş bir hadistir. O zamanlar şarap
yapmakta en çok kullanılan üzümle hurma olduğu için bu iki maddeye işaret
edilmekle yetinilmiştir. Bunu, karnın genellikle etli yemeklerle doyduğuna ve
giyimin yünlü kumaşlarla gerçekleştiğine işaret etmek isteyen bir kimsenin,
"Karın etten doyar, ısınma yünle olur" demesine benzetebiliriz.
Kişinin bu sözüyle diğer yiyecek maddelerinin karın doyurmadığını ve diğer
maddelerden dokunan kumaşlardan elbise olamayacağını kasdettiği söylenemez. Ancak
bu kimsenin böyle söylemekle; yiyecekler içinde etin, giyecekler içinde de
yünlü kumaşların büyük bir yeri olduğunu söylemek istediğine hükmedilir.
Doğrusu da budur.[45]
3679... İbn
Ömer (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'ın şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
"Her sarhoşluk
veren şaraptır ve her sarhoşluk veren haramdır. Şarap içmeye devam ederken
ölen kimse âhirette onu içemeyecektir."[46]
Bu Hadis-i şerifte
sarhoşluk veren her içkinin şarap gibi haram olduğu ifade edilmektedir. Bu
ifadeden, sarhoşluk veren içkinin haram sayılması hususunda onun şu veya bu
şekilde olması gerekmediği, hangi halde olursa olsun ve hangi şekilde alınırsa
alınsın haram sayılması gerektiği anlaşılır.
Ancak, 3676 numaralı
hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, Hanefî imamlarından Ebû Hanîfe ile Ebû
Yusuf'a göre, şarabın dışındaki içkilerin haram sayılabilmeleri için harhoşluk
verecek kadar içilmeleri gerekir. Sarhoş etmeyecek kadar az bir miktarının
içilmesi haram değildir. Fakat İmam Mu-hammed'e göre, sarhoşluk veren içkilerin
azını içmek de çoğunu içmek gibi haramdır. İmam Muhammed'in bu görüşü,
"Çoğu sarhoşluk veren bir şeyin azı da haramdır" mealindeki 3681
numaralı hadisin ruhuna uygun düştüğünden, Hanefîlerin müteahhirin uleması
İmam Muhammed'in görüşünü tercih etmişlerdir. Hanefî mezhebinde fetva da İmam
Muhammed'in bu görüşüne göredir. Diğer mezhep imamları da bu hususta İmam
Muhammed gibi düşünmektedirler.
Bu mevzuda Hattâbî
(r.a) şöyle diyor:
"Her sarhoşluk
veren şaraptır" sözü iki şekilde te'vil edilebilir:
1- Sarhoşluk
veren her içkiye "şarap" ismi verilebilir. Bu sözün bu manada
kullanıldığını iddia edenlere göre, din daha vukua gelmemiş olan hâdiselerin
hükmünü verdiği gibi ismini de vermiştir.
2- Sarhoşluk
veren içkiler, maddeleri şarap gibi pis olmasalar bile şarap gibi içilmeleri
haramdır ve içenlere hadd cezası uygulanır.
Bir başka ifadeyle
hamr (şarap) sözü hafi (manası gizli) bir sözdür. Dolayısıyla diğer içkilerin
bu kelimenin kapsamına girip girmediği açık değil dir. Ancak her sarhoşluk
veren şaraptır sözü yardımıyla sarhoşluk veren diğer içkilerin de hükmen şarap
gibi olduklarına hükmedilmiştir. Yankesiciliğin hırsızlık hükmünde, livâtının
da zina hükmünde olduğuna hükmedildiği gibi.
Metine geçen
"Şarap içmeye devam ederken ölen bîr kimse onu âhirette
içemeyecektir" anlamındaki cümle hakkında da Hattâbî şöyle diyor: "Bu
söz dünyada şarap içmeye devam ederken ölen bir kimse cennete girmeyecektir
anlamında kullanılmıştır. Çünkü cennet ehlinin içkisi sarhoşluk vermeyen bir
şaraptır. Bu şarabı içemeyecek olanların da cennete giremeyecek olanlar
olduğunda şüphe yoktur."
İmam Nevevî'ye göre
ise bu söz, "Dünyada içkiye tevbe etmeden ve ona devam ederek ölen kimse cennete
girse de cennet şarabından içmeyecektir" anlamında kullanılmıştır.[47]
3680... İbn
Abbas (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Her sarhoşluk
veren şey şaraptır ve (dolayisıyle) her sarhoşluk veren şey haramdır. Her kim
sarhoşluk veren bir şeyi içerse kırk sabah (onun) namazı (nın sevabı) azalır.
Eğer tevbe ederse Allah tevbe-sini kabul eder. Eğer dördüncüde (tekrar içkiye)
dönerse Allah'ın ona tînetü'l-hıbâl (denilen irinler) den içirmesini Allah
katında haketmiş olur."
(Orada bulunanlardan
biri tarafından):
Ey Allah'ın Rasûlü;
"tînetü'l-hıbâl"nedir? diye soruldu.
(Hz. Peygamber de)
şöyle cevapladı:
"Cehennem ehlinin
irin(ler)idir. Sarhoşluk veren bir şeyi, haramını helâlini bilmeyen küçük bir
çocuğa içiren kimse de (yine) Allah katında Allah'ın ona cehennem ehlinin
irinlerinden içirmesini haketmiş olur."[48]
Bilindiği gibi bir
ibadetin iki yönü vardır:
a) O ibadeti
yerine getiren kimse onun sorumluluğundan kurtulur.
b) İşlediği
bu ibadetten dolayı sevaba nail olur.
Hadis-i şerifte, içki
içen bir kimsenin kırk gün sabah namazlarının ya da bu kırk gün içinde kılmış
olduğu tüm namazlarının sevabından mahrum kalacağı ifade edilmektedir. Ancak bu
ifadede onun bu ibadetlerden sorumlu olacağına dair bir mana bulunmadığından
ulema, bu kimsenin bu süre içerisinde kıldığı namazların sevabından mahrum
kalmakla birlikte onların sorumluluğundan kurtulmuş olacağını söylemişlerdir.
Metinde geçen
"kırk sabah" sözü, mecazen kırk gün anlamında kullanılmış
olabileceği gibi hakiki manasında da kullanılmış olabilir. Çünkü sabah namazı
namazların en faziletlisi olduğundan kırk gün sabah namazının sevabından mahrum
kalan bir kimse onun sorumluluğundan kurtulmuş da olsa çok büyük bir
mahrumiyete düçâr olmuş demektir.
Burada içki içen bir
kimsenin uğradığı zararı ifade için özellikle onun namazından misâl
verilmesinin sebebi üzerinde bazı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlardan
birkaçı şunlardır:
a) Çünkü
içkinin haram kılınmasının en önemli sebeplerinden birisi insanı namazdan
alıkoymasıdır.
b) İçki
bütün kötülüklerin anası[49]
olmasına karşılık, namazın da bütün ibadetlerin anası olması ve insanı bütün
kötülüklerden alıkoyması[50]
sebebiyle içkinin zararı anlatılırken namazdan misâl verilmiştir.
c) Namaz
bedenî ibadetlerin en faziletlisi olduğu için namazdan misâl verilmiş ve
içkinin namaz gibi en önemli bir ibadetin sevabını bile götürdüğü haber
verilmek suretiyle diğer ibadetlerin sevabından hiçbir şeyi bırakmayacağı
kolaylıkla anlatılmak istenmiştir.[51]
Münavî'ye göre; içki
sebebiyle yapılan ibadetlerin sevabının kaybolmasının kırk gün devam
etmesindeki hikmet, içilen bir içkinin tesirinin vücutta kırk gün kalmasıyla
ilgilidir.
Bezlü'l-Machûd
yazarının açıklamasına göre, hadiste geçen "Sarhoşluk veren bir şeyi küçük
bir çocuğa içiren" anlamındaki cümle; küçük bir çocuğa ipek giydirmenin
haram olduğunu söyleyen İmam Ebû Hanîfe'nin lehine, çocuğa ipekli elbise
giydirmenin caiz olduğunu söyleyen İmam Şafiî'nin de aleyhine delildir.[52]
1.
Uyuşturucu kullananlar kırk gün ibadetlerinin sevaplarından mahrum kalırlar.
2. Tevbe ile
büyük günahlar da affedilir.[53]
3. İçkiye
dört defa tevbe ettikten sonra tevbesini bozan kişi cehennemlik olur. Çünkü bu
kimse artık samimi bir şekilde tevbe etmeyecek demektir. Dört defa tevbesini bozan
kimseler, genellikle tevbesinde durabilecek iradeden mahrum kimselerdir.
Bununla beraber, Allah'ın, yetmiş defa tevbesini bozup da yine tevbekâr olmayı
başaran bir kimsenin tevbesini kabul etmesi umulur.[54]
4. Büyükler için
caiz olmayan şeyler, küçükler için de caiz değildir.[55]
3681...
Câbir b. Abdillah (r.a)'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Rasûlullah (s.a)
şöyle buyurdu:
"Çoğu sarhoşluk
verenin azı da haramdır."[56]
Bu hadis-i şerifi
açıklarken Bezlü'l-Mechûd yazan şöyle diyor: Eğer sarhoşluk veren şey şarap
ise, maddesi de pis olduğu ve haramlığına dair nass bulunduğu için onun azı da
çoğu gibi haramdır.
Fakat eğer sarhoşluk
veren şey, şarabın dışındaki uyuşturuculardan birisi ise onun azının da çoğu
gibi haram oluşuna sebep; onun az miktarda kullanılmasının ileride tiryakiliğe
yol açmasıdır. Yahutta vakit geçirmek için içilmiş olmasıdır."
Bu mevzuda Hidâye
yazarı Burhaneddin el-Merginanî de şöyle diyor:
"Eğer yaş üzüm
şırası üçte ikisi buharlaşarak uçup gidinceye kadar kaynatılırsa, geriye kalan
üçte biri hava ile teması neticesinde kendi kendine kabarmış olsa bile
helâldir. İmam Ebû Hanîfe ve İmam Ebû Yusuf'a göre böyledir. İmam Muhammed ile
İmam Mâlik ile İmam Şafiî'ye göre ise, kalan bu üçte bir kısım haramdır. Fakat
imamlar arasındaki bu ihtilâf, kaynatılmış olan bu şıranın bedene kuvvet
vermesi niyetiyle içilmesi üzerindedir. Hoş vakit geçirme niyetiyle içilmesi
halinde haram olduğunda ittifak vardır.
İmam Muhammed'in bu
şırayı içmenin helâl olduğunu söylediğine dair bir rivayet bulunduğu gibi,
mekruh gördüğüne ve bu mevzudaki farklı hadislere bakarak hüküm vermekten
kaçındığına dair de rivayetler vardır.”[57]
Bedâyiu's-SanâyF
yazarı Kâsanî'nin açıklamasına göre, "Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf'un bu mevzudaki
delilleri; Tahavî'nin İbn Ömer'den rivayet ettiği Hz. Peygamber'in nebiz
içtiğine dair hadisle, Hz. Ömer'in nebiz içtiğine ve nebizin helâl olduğuna
dair Ammar b. Yâsir'e mektup yazdığına dair hadisler ve Hz. Ali'nin
misafirlerine nebiz ikram ettiğine dair haberlerdir.
İbn Abbas ile Abdullah
b. Ömer'in de bu görüşte oldukları rivayet olunmuştur.
İşte ashab-ı kiramdan
bu gibi kimselerin nebizi helâl saydıkları sabit olduğu için İmam Ebû Hanîfe
de onu helâl saymıştır. Çünkü onun haram olduğunu iddia etmek sahabelerden onu
mubah sayanlartn fasık olduğunu söylemek anlamına gelir ki bu da bid'attir.
Bu nedenle İmam Ebû
Hanîfe, nebizi helâl görmeyi ehl-i sünnet ve'l cemaatten olmanın şartlarından
saymıştır. Nebizin haram olduğuna dair rivayet edilen haberlere gelince; bu
hadislerin hepsi de illetlidir. Sahih oldukları kabul edilse bile bedene kuvvet
vermesi için değil de eğlence gayesiyle içilen nebizler hakkında gelmiş
oldukları düşünülebilir."[58]
İmam Ebû Hanîfe ile
Ebû Yusuf'a göre, mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifteki, "azı da
haramdır" sözünden maksat; şarabın dışındaki uyuşturucuların az bir kısmı
değil, sarhoşluk verecek kadar çokça içilen bu içkilerin son yudumudur. Ancak
Hattâbî bu te'vili reddetmiştir.[59]
3682... Âişe
(r.anha)'dan rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a)'tan bal şerbeti(nin
hükmü) sorulmuş da:
"Sarhoşluk veren
her içki haramdır" buyurmuş.
Ebû Dâvûd dedi ki: Ben
bu hadisi; Muhammed b. Harb, bu hadisin benzerini Zührî'den ez-Zübeydî
aracılığıyla size haber vermiş diyerek, senediyle birlikte Yezid b. Abdi
Rabbih el-Cürcûsî'ye okudum. (Okuduklarıma şu sözleri) ilâve etti:
"(Metinde geçen) el-bit* (sözü) bal şerbeti (demek) tir. Onu Yemen halkı
içerdi."
Ebû Dâvûd (sözlerine
devamla şöyle) dedi: Ben Ahmed b. Han-bel'i şöyle derken işittim: "Allah
'a yemin olsun ki, o ne güvenilir insan! Humus halkı içerisinde onun gibi
güvenilir bir kimse yoktur. "[60]
Bu hadis-i şerif,
haramlıkta şarap ile şarabın dışındaki uyuşturucu içkiler arasında bir fark
görmeyen İmam Muhammed ile İmam Şafiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed'in delilidir.
İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Ebû Yusuf ise, şarap ile şarabın dışındaki uyuşturucular arasında bir fark
görürler. Biz bu meseleyi bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada
tekrara lüzum görmüyoruz.[61]
3683...
Deylem el-Hımyerî'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a)'a:
Ey Allah'ın Rasûlü,
ben soğuk bir memlekette bulunuyorum. Biz orada ağır iş(ler)le uğraşıyoruz ve
şu buğdaydan bir içki imal ederek onunla işlerimize ve memleketimizdeki soğuğa
karşı direnç kazanıyoruz. (Bu hususta ne buyurursun)? diye sordum. (O da
bana):
"(Bu içki)
sarhoşluk veriyor mu?" diye sordu. (Ben) "Evet" dedim. Bunun
üzerine;
“(Öyleyse) ondan
kaçınınız" buyurdu.
(Ben): Halk onu
bırakmıyor, dediğimde;
"Eğer bırakmıyorlarsa
onlarla savaşınız!" buyurdu.[62]
Bu hadis, şarabın
dışındaki uyuşturucu içkilerin de şarap hükmünde olduğunu söyleyen cumhur
ulemanın delilidir. Şarabın dışındaki içkilerin şaraptan farklı ve onların
haramlık derecesinin şaraptan aşağı olduğunu söyleyen İmam Ebû Hanîfe ile Ebû
Yusuf'a göre mevzu-muzu teşkil eden hadisteki "Onlarla savaşınız"
sözüyle kastedilenler; şarabın dışındaki uyuşturucu içkileri sarhoşluk verecek
derecede içenlerdir.
Bilindiği gbi şarabın
dışındaki içkilerin sarhoşluk verecek kadar içilmesinin haram olduğunda ve bu
içkileri içerek sarhoş olanlara had vurulması gerektiğinde İslâm uleması
arasında ittifak vardır.
Biz İmam Ebû Hanîfe
ile İmam Ebû Yusuf'un şarap ve diğer içkiler hakkındaki görüşlerini 3680
numaralı hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.[63]
3684... Ebû
Musa (el Eş'arî)den rivayet olunmuştur; dedi ki: Peygamber (s.a)'e baldan
(yapılan) içkiyi sordum. "- O bit'dir" buyurdu.
Arpa ve darıdan bir
içki elde ediliyor, dedim. "O da mizr'dir" cevabını verdi. Sonra;
"- Kavmine söyle, sarhoşluk veren herşey haramdır" buyurdu.[64]
"Sarhoşluk veren
her içki haramdır" hadisi hakkında Hattabı şöyle bir mütalaa ortaya
koymuştur: Bu hadiste sarhoşluk veren şeyin azının da çoğunun da haram
olduğuna delil vardır. Hangi neviden olursa olsun. Çünkü umum sîgasıyla
sarhoşluğu doğuran içkinin cinsine işaret edilmiştir, bu söz, "karın
doyuran her yemek helâldir" demeye benzer. Çünkü manası fiilen doyurmasa
bile doyurmak sânından olan her yemek helâldir demektir."
Hattâbî'nin bu
mütalaasına karşı Allâme Aynî şunları söylüyor: "Hangi neviden olursa
olsun sarhoşluk veren içkinin azı da çoğu da haramdır sözü, her içki hakkında
geçerli değildir. Bu söz yalnız şaraba mahsustur. Çünkü İbn Abbas'tan mevkuf
ve merfu olarak rivayet edilen bir hadiste; muayyen olarak haram kılınan
şaraptır: "Her içkinin sarhoş edeni de haram kılınmıştır"
denilmektedir ki bu hadis; şarabın, sarhoş etsin etmesin, azı da çoğu da haram
olduğunu, başka içkilerin ise ancak sarhoş ettiği zaman haram kılındığını
gösterir. Bu meydandadır.
Ama Peygamber
(s.a)'in, "Her sarhoşluk veren içki şarabtır ve her sarhoş eden içki
haramdır..." buyurduğu rivayet edilmiştir dersen ben de derim ki:
Bu hadis için Yahya b.
Maîn'in ta'nı vardır. Sahih olduğunu kabul etsek bile esah kavle göre İbn
Ömer'e mevkuftur. Bundan dolayıdır ki Müslim onu zanla rivayet etmiş,
"Ben onu ancak merfu olarak biliyorum" demiştir. Merfu olduğunu da
kabul etsek hadisin manası şudur: Çok içildiği zaman sarhoş eden içkinin hükmü
şarabın hükmü gibidir."[65]
3685...
Abdullah b. Amr'dan rivayet olunduğuna göre;
Allah'ın Peygamberi
(s.a), şarap (içmek)le kumar ve tavla oynamayı, bir de darıdan yapılmış içki
(içme)yi yasaklamış ve;
"Her sarhoşluk
veren şey haramdır" buyurmuştur.
Ebû Dâvûd dedi ki:
İbnü's-Sellâm Ebû Ubeyd, "el-Gubeyrâ; Ha-beşlilerin darıdan yaptığı
"Sükreke" denilen bir şarap çeşididir" dedi.[66]
Kûbe: Davul, uda
benzeyen bir çalgı âleti (gitar), tavla ve satranç anlamlarına gelir. İbn Esîr
Nihâye'de; tavla manasına geldiğini söylediği için biz de tercümemizde bu
manayı tercih ettik.
Sükreke; ise, musannif
Ebû Davud'un da açıkladığı gibi, Habeşlilerin darıdan yaptıkları uyuşturucu bir
içkidir.
Hattâbî bu hadisle
ilgili olarak şöyle diyor: "Metinde geçen "meyser" kelimesi
kumar demektir. "Kûbe" kelimesi ise, davul diye tefsir edilmiştir.
Tavla olduğu da söylenmiştir.
Benim kanaatime göre;
her türlü telli çalgı âletleri ve zarla oynanan oyunlar bu hadisin kapsamı
içine girer."
Sarhoşluk veren içkilerin
hükmü ise bu babın daha önceki hadislerinde açıklandığında burada tekrara lüzum
görmüyoruz.[67]
3686... Ümmü
Seleme (r.anha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a), sar-hoş eden
ve uyuşukluk veren herşeyi yasakladı.[68]
Bu hadis-i şerifte
Rasûlullah (s.a)'ın sarhoş eden herşeyi yasakladığı bildirildiği gibi,
sarhoşluktan önce vücuda gelen gevşekliğe ve uyuşukluğa sebep olan şeyleri de
yasakladığı bildiriliyor.
Hattâbî şöyle diyor:
Metinde geçen kelimesi, vücuda gevşeklik veren her içkidir ki alındığı zaman
vücuda gevşeklik, organlara uyuşukluk verir. Bu durum sarhoşluğun
başlangıcıdır. Vücutta bu gibi olumsuz tesirleri olan içkileri Fahr-i Kâinat
Efendimiz yasaklamıştır. Çünkü bu gibi içkiler zamanla tiryakilerinde bir
tatminsizlik doğurup onu sarhoş eden içkileri içmeye zorlayabilir."
Hattâbî'nin bu
açıklamasından da kolayca anlaşılıyor ki, hangi yolla olursa olsun vücuda
sarhoşluk ya da gevşeklik veren herşey haramdır. Binaenaleyh eroin ve kokain
gibi uyuşturucu maddeler için, "sarhoş etmez, yalnız vücuda bir gevşeklik
ve uyuşukluk verir" iddiası sırf kuru bir inaddan başka bir şey değildir.
Çünkü bütün uyuşturucu maddeler şarabın verdiği gevşeklik ve şımarıklığı
verirler. Sarhoşluk vermeyip vücuda sadece bir gevşeklik ve rahatlık verdiğini
kabul etsek bile zamanla bunlar vücutta bir tatminsizliğe yol açarak sahibini
tam sarhoş edecek uyuşturucular almaya zorlayacaktır.
îbn Teymiye ve
başkaları, esrarın haram olduğunda icma bulunduğunu söylemişlerdir. İbn
Teymiye, "Esrar hicri 6. yüzyılın sonlarında Tatar devleti zuhur ettiği
zaman meydana çıkmış bir şeydir ve münkerâtin en büyük-lerindendir. Onu
kullanmak bazı hususlarda şaraptan da zararlıdır" dedikten sonra esrar
kullanana hadd-i şer'î vurmanın vâcib olduğunu söyler. Eroinin dinî ve dünyevî
zararlarını bazıları yüzyirmiye çıkarmışlardır. Aynı zararlar kokainde de
ziyadesiyle mevcuttur, deniliyor.[69]
3687... Âişe
(r.anha)'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Ben, Rasûlullah (s.a)'ı şöyle
derken işittim: "Her sarhoş eden şey haramdır. Bir farak içildiği zaman
sarhoş eden içkiden avuç dolusu içmek de haramdır."[70]
Metinde geçen
"farak" kelimesi "fark" şeklinde de okunabilirse de lügat
âlimlerine göre "farak" şeklindeki okunuşu daha fasihtir,
Hattâbi ile en-Nihâye
yazarı İbn Esîr'in açıklamasına göre; bir hacim ölçüsü olan "farak",
Hicazhlara göre onaltı ritla, on iki müdde eşittir. Bazıları da onun iki buçuk
sa'a eşit olduğunu, "fark" şeklinde okunduğu zaman ise 120 rıtıllık
bir hacim ölçüsü anlamına geldiğini söylemişlerdir.
Her ne kadar hadisin
zahirinden, bir farak içildiği zaman sarhoş eden bir içkiden bir avuç dolusu
kadar içmenin haram, daha azını içmeninse helâl olduğu gibi bir mana çıkıyorsa
da aslında burada avuç kelimesi bir ölçü olarak verilmemiştir. Bu kelime
burada "çok az bir miktar" anlamında kullanılmıştır. Binaenaleyh
hadis-i şerifte, "çoğu sarhoşluk veren bir maddenin azını almak da
haramdır" denilmek istenmektedir. Cumhur ulemanın görüşü de budur. Ancak
Hanefi imamlarından bazılarının bu mevzudaki farklı düşünceleri 3681 numaralı
hadisin şerhinde geçtiğinden tekrara lüzum görmüyoruz.[71]
3688...
Mâlik b. Ebî Meryem'den şöyle dediği rivayet olunmuştur: (Bir gün) Abdurrahman
b. Ganem yanımıza geldi. (Kendisiyle) tıla' (denilen içki) hakkında konuştuk.
(Bu husustaki görüşlerini açıklarken şöyle) dedi: "Ebû Mâlik el-Eş'arî
bana, Rasûlullah (s.a)'ı (bu hususta şöyle) buyururken işittiğini söyledi:
"Ümmetimden bir
takım insanlar şarabı mutlaka içecekler, ona isminden başka bir ad
takacaklar."[72]
Hadisin İbn Mâce'deki
devamı şu mealdedir: "Onların ba-şuçlannda çalgılar çalınacak ve şarkıcı
kadınlar şarkı söyleyecek. Allah onları yere batıracak ve onlardan bir takım
maymunlar ve domuzlar yaratacaktır."
Bilindiği gibi tıla'
kaynatılıp da buharlaşma sebebiyle üçte ikisinden azı kaybolan yaş üzüm
sırasıdır.
Hadis-i şerifte tıla'
hakkındaki hükmü açıkça belirten bir ifade yoktur. Biz fıkıh ulemasının şarabın
dışındaki içkiler hakkındaki görüşünü 3681 numaralı hadisin şerhinde
açıklamıştık. Ulemanın büyük çoğunluğuna göre çoğu sarhoş eden maddelerin azını
almak da haramdır.
Hanefî mezhebine göre
tıla' da haramdır. "Ancak onun haramhğı şarabın haramlığından daha
aşağıdır. Bu bakımdan onun satışı caizdir ve telef edildiğinde sahibine
kıymetinin ödenmesi gerekir."[73]
Avnü'l-Ma'bûd yazarı
bu hadis-i şerifi açıklarken şu görüşlere yer vermektedir: "Metinde geçen,
"Ona isminden başka bir ad takarlar" cümlesiyle, ileride zuhur
edecek bir takım insanların, içmek istedikleri sarhoşluk verici içkilerin
aslında şarap olmadığına önce kendilerini sonra da başkalarını da ikna etmek
için onlara "bal suyu" "darı suyu" gibi içilmesi mubah olan
içki isimleri takacakları belirtilmektedir. Onların bu sözlerinde yalancı
oldukları kastedilmektedir. Turbiştî ile İbn Melek böyle demişlerdir."
Hanefî âlimlerinden
AIiyyü'1-Kârî de bu cümleyi açıklarken şöyle diyor:
"Bu cümlede önemli
olanın, içilen şeyin sarhoşluk verip vermemesidir, ismi değildir. Meselâ kahve
ne kadar içilirse içilsin sarhoşluk vermediğinden asla haram değildir. Onun
isminin şu veya bu olmasının da zerre kadar önemi yoktur.
Fakat, içilmesi mubah
olan bir içkiyi şarap içer gibi içmek yani şarap içmeye benzeterek içmek
yasaklanmıştır. Binaenaleyh süt ve su gibi içilmesi mubah olan içkilerin şarap
içer gibi bir tavırla veya şarap içilen kadehlerle içilmesi eaiz değildir.
Hadis-i şerif,
sarhoşluk veren tüm içkilerin ve dolayısıyla şıraların içine atılınca onların
kükremesine sebep olan dâzi denilen tanenin haram olduğunu söyleyen cumhur
ulemanın delilidir. Hadisin bab başlığı ile ilgili kısmı da bu yönüdür."[74]
3689... Ebû
Dâvûd der ki: Vâsıt halkından bir (hadis) şeyh(i) bize dedi ki: Ebû Mansur
el-Hâris b. Mansûr (şöyle) dedi: Ben (kendisine) dâzî hakkında sorulan Süfyân
es-Sevrî'yi (şöyle) derken işittim: Rasûlullah (s.a):
"Ümmetinden bir
takım insanlar şarabı mutlaka içecekler, ona isminden başka bir ad
takacaklar" buyurmuştur.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Süfyân es-Sevrî; "Dâzi (denilen ve şıraların içine atılınca onların
ekşiyip kükremesine sebep olan tane) /asıkların içkisidir" dedi.[75]
Dazi: Şıranın içme atıldığı
zaman onu ekşitip kükreten yani maya görevi yapan bir bitki tanesidir.
Süfyân-ı Sevrî'nin,
dâzî denilen taneden yapılan içkinin hükmü sorulunca bu taneden yapılan içki
ile Hz. Peygamber'in "Ümmetim'den bazı kimseler şarabı helâl görerek, ona
başka isimler takarak içeceklerdir" meâlindeki hadis-i şerif arasında ilgi
kurması şübhesiz ki onun kendi içtihadıdır.
Bir önceki hadis-i
şerifin şerhinde de açıklandığı gibi, bu mevzuda cumhur ulema da Süfyân-ı Servî
gibi düşünmektedirler. Ancak Hanefî imamlarından İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû
Yusuf'a göre, şarabın dışındaki içkilerin hükmü şarabın hükmünden farklıdır.
Nitekim 3681 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.[76]
3690... Ibn
Ömer ile Ibn Abbas'tan rivayet olunmuştur; dediler ki:
Rasûlullah (s.a)'m;
kabağı, yeşil küpü, ziftli kabı, iyice kabuğu soyulup içi oyulan hurma kütüğünü
(şıra kabı olarak kullanmayı) yasakladığına şahitlik ederiz.[77]
Hattâbî, metinde sözü
geçen kaplarda şıra yapmanın ya da bu kapları şıra kabı olarak kullanmanın
yasaklanması hakkında şöyle diyor:
"Bu kaplar,
içlerinde bulunan sıvıyı sıcak tuttuklarından, içinde bulunan sıvı maddeyi
kısa zamanda ekşitip onu sarhoşluk verecek hale getirebilirler. Sahibi de o
sıvının bu hale geldiğini bilmeden ondan içip sarhoş olur. İşte bu sebeple sözü
geçen kapların nebiz'kabı olarak kullanılması yasaklanmış olabilir.
Bu kapların bu
maksatla kullanılmasının yasaklanması konusunda pek çok görüşler ileri
sürülmüşse de bu mevzuda söylenenlerin en doğrusu şudur:
Bu yasak İslâmiyetin
ilk yıllarına aittir. Sonra bu yasak, "Ben sizi deri kaplardan meşrubat
içmekten nehyetmiştim. Artık her kaptan için; yeter ki sarhoşluk veren bir şeyi
içmeyin"[78] hadisiyle yürürlükten
kaldırılmıştır. Bazıları ise bu kaplan şıra kabı olarak kullanmakla ilgili
yasağın yürürlükten kaldırılmadığını ve hâlâ geçerliliğini koruduğunu,
binaenaleyh bu kaplan şıra kabı olarak kullanmanın mekruh olduğunu
söylemişlerdir. Mâlik b. Enes ile Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûyeh bu
görüştedirler. Bu görüş, İbn Ömer ile İbn Abbas'tan da rivayet
edilmiştir."[79]
3691... Saîd
b. Cübeyr'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Ben Abdullah b.
Ömer'i, "Rasûlullah (s.a) küp şırasını haram kıldı" derken işittim.
"Rasûlullah (s.a) küp şırasını haram kıldı" sözünden korkarak, (onun
yanından) çıktım. İbn Abbas'ın yanına girdim ve;
İbn Ömer'in ne
dediğini işitmiyor musun? dedim.
Nedir o? dedi.
Rasûlullah (s.a)'ın
küp şırasını haram kıldığını söyledi, dedim.
Doğru söylemiş.
Rasûlullah (s.a) küp şırasını haram kıldı, dedi.
Küp nedir? diye
sordum.
Çamurdan yapılan
herşeydir, cevabını verdi.[80]
3692...
Süleyman b. Harb'in bize verdiği habere göre İbn Abbas'-dan (şöyle) dediği
rivayet olunmuştur:
Abdülkays heyeti
Rasûlullah (s.a)'m yanına geldi. (Heyette bulunan kişiler) şöyle dediler:
Ey Allah'ın Rasûlu!
Biz Rabîa (oğulların)dan bir kabileyiz. Bizimle senin aranda Mudar kâfirleri
vardır. (Bu bakımdan) biz Ramazan ayının dışında sana gelmeye imkân
bulamıyoruz. Bize bir şey(ler) emret de emrine sarılalım ve arkamızda kalan
kimseleri de bu emre çağıralım.
(Hz. Peygamber de
şöyle) buyurdu:
“Size dört şey
emrediyorum, dört şeyi de yasaklıyorum. (Emrettiğim dört şey şunlardır:)
1) Allah'a
iman ve Allah'dan başka bir ilâh olmadığına şehâdet etmektir." (Ravi, Ebû Cemre,
bu iki cümlenin aslında) bir (cümle) olduğunu elini yum(arak işaret et)ti.
Müsedded (ise bu iki
cümleyi birleştirerek şöyle) rivayet etti:
"Allah'a
imandır" (buyurdu) sonra bu sözü onlara (şu şekilde) açıkladı:
“Allah'dan başka bir
ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasûlü olduğuna şahitlik etmektir. 2) Namaz kılmak, 3) Zekât vermek, 4)
Ganimet olarak ele geçirdiğiniz malların beşte birini yerine vermenizdir. Ve
size:
1) Kabağı, 2) Yeşil küpü, 3) Ziftle kaplı olan kabı ve ziftli kabı (şıra kabı olarak
kullanmayı) yasaklıyorum."
(Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
hadisi bana Hammâd'dan nakleden Mu-hammed) İbn Ubeyd, (metinde geçen)
ei-mukayyer (ziftli, kelimesi) yerine en-nakîr (hurma kütüğünden oyularak
yapılmış kap kelimesini) rivayet etmiştir.
Müsedded de en-nakîr
ve el-mukayyer kelimelerini rivayet etti, "el-müzeffet" kelimesini
rivayet etmedi. (Senedde zikri geçen) Ebû Cemre, Nasr ö. İmrân ez-Zubaî'dir.[81]
Fahr-ı Kâinat
Efendimizin kabaktan ve hurma kütüğünden yapılmış kaplarla yeşil küpleri ve ziftle
kaplı kaplan şıra yapmak için kullanmayı yasak edişinin hikmetini 3690 numaralı
hadisin şerhinde açıklamıştık.
3692 numaralı hadis-i
şerifte Hz. Peygamber'i ziyaretegelen Abdülkays oğullarının, kendilerinin
Ramazan ayı dışında Hz. Peygamber'e gelemediklerinden yakındıkları ifade
edilmektedir. Onların Hz. Peygamber'i ziyarete gelmelerine en büyük engel,
hadis-i şerifte de açıkladığı üzere kendileriyle müslümanlar arasında Mudar
kâfirlerinin bulunmasıydı. Kâfirler haram ayların dışında çöllerde ve yollarda
yakaladıkları kişilerin mallarını zorla ellerinden alırlardı. Gerekirse onları
öldürmekten de çekinmezlerdi. Ancak dört aylık bir süre olan haram aylarda bunu
yapmazlardı. Bu bakımdan hadis sarihleri metinde geçen Ramazan ayı kelimesiyle
mecazen haram ayların kastedilmiş olduğunu söylemektedirler.
Metinde geçen
"el-imanü billahi = Allah'a inanmak" cümlesi ile "Allah'tan
başka bir ilâh olmadığına şahitlik etmek" cümlesi netice itibariyle bir
cümledir. Ravi Ebû Cemre, bu iki cümlenin bir cümle olduğuna eliyle yaptığı bir
hareketle işaret etmiş; Müsedded ise bunların bir cümle durumunda olduklarını,
yani ikinci cümlenin birinci cümlenin tefsirinden ibaret olduğunu sözle
açıklamıştır.
Yine 3692 numaralı
hadiste İslâmın şartlarının üçü sayıldığı halde oruçla hac sayılmıştır. Fakat
bazı rivayetlerde Ramazan orucunun da sayıldığı ifade edilmiştir.[82]
Haccın zikredilmemesine gelince, sarihlerin açıklamasına göre o günlerde henüz
hac farz olmadığı için zikredilmemiştir. Yahutta Hz. Peygamber hacdan da bahsettiği
halde râvi gafletinden dolayı onu zikretmemiştir.[83]
Humus (beşte bir)
vergisinden maksat düşmandan cihad yoluyla elde edilen malların, "Biliniz
ki, ganimet olarak aldığınız şeylerin beşte biri Allah'a, Peygamber'e, yakın
akrabalara, öksüzlere, muhtaçlara ve yolculara aittir."[84]
emrine uyarak âyette belirtilen yerlere vermektir.[85]
3693... Ebû
Hureyre (r.a)'den Rasûlullah (s.a)'ın Abdülkays heyetine (şöyle) buyurduğu
rivayet olunmuştur:
"Ben size hurma
kütüğünden yapılmış kabı, ziftli kabı, kabaktan yapılmış kabı, ağzı kesik küpü
(şıra kabı olarak kullanmayı) yasaklıyorum. Fakat sen deri su kabından iç ve
(içtikten sonra) ağzım bağla."[86]
"el-Mezâdetü'1-mecbûbe"
ağzı kesilmiş ve küp büyüklüğünde, kalın deriden yapılmış su tulumu demektir.
Büyüklüğü normal bir deriden daha ziyade olduğu için "el-mezâde"
ismini almış; ağzı kesik olduğu için bu ismin sonuna bir de kesik anlamına
gelen "el-mecbûbe" kelimesi ilâve edilmiştir. Bu tulumun ağzı geniş
olduğundan bağlanamazdı. Bu sebeple hava ile teması çok olurdu ve içindekini
çabuk ekşitirdi.
Bilindiği gibi bu
kaplar, içlerindeki sıvıları sıcak tuttukları ve kısa zamanda ekşitip sarhoş
edecek bir duruma getirdiklerinden ve bir de eskiden beri onların içinde şarap
saklandığından bu kaplarda şıra yapılması ve bu kapların şıra kabı olarak
kullanılması yasaklanmış. Fakat daha sonra hangi içkilerin yasak, hangi
içeceklerin helâl olduğu müslümanlar tarafından iyice anlaşılınca bu kaplarla
ilgili yasak 3698 numaralı hadisle yürürlükten kaldırılmıştır. Bu yasak
yürürlükten kaldırılıncaya kadar bu kapların yerine, ağzından bağlanan
istenildiği zaman bağları çözülen tulumların kullanılması ve içinden şıra
alındıktan sonra da ağızlarının mutlaka bağlanması emredilmiştir.
Hz. Peygamber'in,
tulumlarından suyu içtikten sonra ağzının bağlanmasını emretmesinin sebebi,
bazılarına göre içine pisliklerin girmesini önlemektir. Bazılarına göre de,
tulum içinde bulunan şıra cinsinden bir sıvı orada alkolleştiği zaman ağzı
bağlı olursa o tulumu patlatarak alkolleştiğinin anlaşılmasına yarayacağı için
onların ağızlarının bağlanmasını emretmiştir. Nevevî ile Hattâbî bu
görüştedirler.[87]
3694... İbn
Abbas'ın (Hz. Peygamberi ziyarete gelen) Abdülkays heyeti hakkında şöyle dediği
rivayet olunmuştur:
(Bu heyet içinde
bulunan kimseler):
Ey Allah'ın
Peygamberi, (şıralarımızı) hangi kaplardan içelim? diye sordular. Allah'ın
elçisi:
“Size ağızlan bağlanan
deri su kaplan lâzım" buyurdu.[88]
Müslim'in rivayetinde,
heyet içerisinden bu soruyu Hz. Peygamber'e yönelten kişinin, vaktiyle
sarhoşluk esnasında aralarında çıkan bir kavgada amcası oğlunun savurduğu bir
kılıçla yaralanmış bir kişi olduğu açıklanmaktadır. Fakat herhalde o kimse bu
soruyu heyet adına sorduğu için mevzumuzu teşkil eden hadiste bu soru heyetin
tümü tarafından sorulmuş gibi çoğul sigasiyle ifade edilmiştir.
Yine Müslim'in
rivayetinde ifade edildiğine göre, bu soruyu yönelten kimse sarhoşluk esnasında
almış olduğu bu yarayı utancından dolayı Hz. Peygamber'den gizlemekteymiş.
Fakat Hz. Peygamber bu
kaplarda şıra yapılmasını niçin yasakladığını açıklarken söylediği, "Hurma
kütüğünü oyarsınız, sonra içine ufak hurmalar atarsınız, sonra içine su
dökersiniz. İçine attıklarınız ekşiyip kükredi mi içersiniz. Hatta sizden
biriniz amcasının oğlunu pekâla kılıçla vurabilir." anlamına gelen
sözlerle onun almış olduğu bu yarayı açıklayarak onlara bir de mucize
göstermiştir.
Hz. Peygamber'in, bu
kaplarda şıra yapıp saklamayı yasaklarken o kapların yerine, ağzından bağlanan
ince deriden yapılmış su tulumlarının kullanılmasını tavsiye etmesinin
sebebini bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lüzum
görmüyoruz.[89]
3695...
bdülkays (heyetin)den olup da Avf'ın, isminin Kays b. Nu'man olduğunu zannettiği
bir adamın rivayetine göre Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Hurma kütüğünden
yapılmış olan kapta, ziftli kapta, kabaktan yapılmış kapta ve kalın derilerden
yapılmış küp büyüklüğündeki kapta (şıraları saklayarak) içmeyiniz. (Ancak)
şıralarınızı, üzerinden bağlanarak ağızları kapatıl)an, ince deriden yapılmış
su kaplarında (saklayarak) içiniz. Eğer (şıranız bu kaplar içerisinde de)
kükre(yip sarhoşluk verecek bir hale geli)rse onu(n bu şiddetini içerisine
dökeceğiniz) su ile kırınız. Eğer (onun şiddeti su ile kırmaktan) sizi âciz
bırakırsa onu dökünüz."[90]
İslâmm ilk yıllarında,
şıraların gözenekleri bulunan ince deriden yapılmış ağzından bağlanan
derilerde muhafazasının tavsiye edilmesindeki hikmeti 3693 numaralı hadisin
şerhinde açıklamıştık.
Burada bii önceki
hadisten farklı olarak bir de İslâmın ilk yıllarında, bazı kaplarda
saklanmasına karşılık ince deriden yapılmış ağzından bağlı su kaplarında
saklanan şıraların kap İçerisinde kükreyerek sarhoşluk verecek duruma gelmeleri
halinde içlerine su karıştırılmak suretiyle tesirlerinin kırılabileceği ifade
edilmektedir. Fakat içerisine su dökülmesiyle bile şiddetini kırmak mümkün
olmayacak şekilde çok kükreyip şiddetlenmesi halinde ise onun dökülmesi
emredilmektedir.
Çünkü bu durumda onun
sarhoş edici özelliğini giderme imkânı kalmamıştır.
Burada su
karıştırılmak suretiyle şiddetinin kırılıp içilebileceğinden bahsedilen henüz
iyice alkolleşmemiş fakat alkolleşmeye yüz tutmuş olan şıralardır. İyice
şaraplaşmış olan şıralar değildir. Görüldüğü gibi hadis-i şerifte onları
dökmekten başka bir yol olmadığı ifade buyurulmaktadır.[91]
3696... İbn
Abbas (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; Abdülkays heyeti (Hz. Peygamber'in
huzuruna gelip):
Ey Allah'ın Rasûlü;
biz (elimizde bulunan şıraları) hangi kaplarda içelim? diye sormuşlar. (Hz.
Peygamber):
"(Sakın onları)
kabaktan yapılmış kaplarla ziftli kaplarda ve hurma kütüğünden yapılmış
kaplarda içmeyiniz. Şıralarınızı (ince deriden yapılmış) su tulumlarında
yapınız" buyurmuştur. (Onlar ikinci defa olarak):
Ey Allah'ın Rasûlü;
eğer (şıralarımız) su tulumlarında kükreyecek olursa (ne yapalım)? demişler.
(Hz. Peygamber):
"(Şıranın)
üzerine su dökün" buyurmuş (Onlar): Ey Allah'ın Rasûlü, (şıranın kükremesi
iyice artacak olursa ne yapalım? diyerek soruyu (birkaç defa daha)
tekrarlamışlar. (Hz. Peygamber de) üçüncü ya da dördüncü de oniara:
"(Öyleyse) onu
döküverin" cevabını vermiş, sonra: "Şüphesiz Allah bana (şarabı,
kumarı ve kûbeyi) haram kıldı" (buyurmuş); ya-hutta, "(Şüphesiz
Allah) şarabı, kumarı ve kûbeyi haram kıldı ve her sarhoşluk veren
haramdır" buyurmuştur.
Sufyân (es-Sevrî) dedi
ki: "Ben bu hadisin ravilerinden olan) Ali b. Bezîme'ye, kûbe'yi sordum
da; "Kûbe) davuldur" cevabını verdi."[92]
Kûbe: Davul, gitar, tavla
ve satranç gibi anlamlara gelir. 3685 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımız
gibi, Hattâbî'ye göre bu kelimeyle burada telli çalgı aletlerinin tümüyle,
zarla oynanan tüm oyunlar kastedilmiş ve bunların haram oldukları ifade edilmek
istenmiştir. Metinden anlaşıldığına göre Hz. Peygamber'in huzuruna gelen Kays
heyeti adına söz alan kişiler, Hz. Peygamber'e önce üzümlerinin şıralarını
hangi kaplarda sıkıp, hangi kaplarda saklayacaklarını sormuşlar. Hz. Peygamber
de onlara ince deriden yapılmış ağzından bağlamalı su tulumlarını tavsiye etiş.
Onlar; "Bu kaplar içerisinde sakladığımız şıra kükreyecek olursa o zaman
ne yapalım?" diyerek ikinci bir soru daha yöneltmişler. Hz. Peygamber de:
"Şıranın üzerine su dökerek onun şiddetini kırmalarını" tavsiye etmiş.
Bunun üzerine onlar: "Ya şiddetini çok artırmışsa o zaman ne
yapalım?" diyerek üçüncü bir soru daha yöneltmişler. Bu sefer Hz.
Peygamber onlara; ya üzerine suyu daha da çok dökmelerini tavsiye etmiş ya da
şırayı yere dökmelerini emretmiş. Veyahutta onlar dördüncü defa olarak:
"Şıra şiddetini daha da artırırsa o zaman ne yapalım." diye bir soru
daha sormuşlar da Hz. Peygamber dördüncüsünde: "O zaman onu
döküverin" cevabını vermiş. Hz. Peygamber'in, metinde geçen kapları şıra
kabı olarak kullanmayı yasaklayıp onların yerine ince deriden yapılmış su
tulumlarını tavsiye etmesinin hikmetini 3593 numaralı hadisin şerhinde
açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.
Hanefî ulemasından Ebû
Cafer et-Tahavî'ye göre; mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif, şarabın
dışındaki sarhoşluk verici içkilerin sarhoş etmeyecek kadar az mikdarım
içmenin haram olmadığını söyleyen İmam Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf'un bu
görüşlerini doğrulamaktadır. Şöyle ki:
1- Şıra
kükreyip şiddetlenerek bir miktar içilince sarhoşluk verecek hale gelmesine
rağmen Hz. Peygamber'in, onun şiddetinin su ile kırılarak sarhoşluk vermeyecek
hale getirilerek içilebileceğini ifade buyurması, Hanefi imamlarının bu
görüşünü te'yid etmektedir.
2- Hz.
Peygamber'in sarhoşluk verecek hale gelen şıranın üzerine su dökülerek
şiddetinin kırılıp içilebileceğini, fakat şiddetinin son dereceye ulaşması
halinde dökülmesi gerektiğini ifade buyurması, şarap ile şarabın dışındaki
içkiler arasında bir fark bulunduğu anlamına gelir ki, bu Hanefî imamlarının bu
mevzudaki görüşlerinin te'yidinden başka bir şey değildir.[93]
3697... Hz.
Ali (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Rasûlullah (s.a) bize;
kabaktan yapılmış kabı, yeşil küpü, hurma kütüğünden yapılmış kabı (şıra kabı olarak
kullanmayı) ve arpadan elde edilmiş şırayı yasakladı.[94]
Hz" Peysamber'm
metinde geçen kapları şıra kabı olarak kullanmayı niçin yasakladığını 3690
numaralı hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, arpa şırasından yapılan içki gibi
şarabın dışındaki alkollü içkiler hakkındaki yasağın hükmünü ve mezheb
imamlarının bu mevzudaki görüşlerini 3681-3682 numaralı hadislerin şerhinde
açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.[95]
3698... (İbn
Büreyde'nin) babasından Rasûlullah (s.a)'ın şöyle buyurduğu rivayet
olunmuştur:
"Ben size üç şeyi
yasaklamıştım. Şimdi size onları (yapmanızı) emrediyorum:
1. Size
kabir ziyaretini yasaklamıştım. Artık (bundan sonra) onları ziyaret ediniz.
Çünkü onları ziyarette (ölümü ve kıyameti) hatırlatma vardır.
2. Size
şıraları (nızı) deriden yapılmış kapların dışındaki kaplardan içmenizi
yasaklamıştım. Artık her kaptan içiniz. Fakat sarhoşluk veren (içkiler) i
içmeyiniz.
3. Size üç
günden sonra kurban etlerini yasaklamıştım/Artık (onları istediğiniz zaman)
yiyiniz ve yolculuklarınızda da onlardan yararlanınız.”[96]
Bu hadis-i şerifte şu
üç şeyin İslâmın ilk zamanlarında yasaklanıp sonradan yasağı gerektiren sebep
ve sakıncalar ortadan kalkınca bu yasakların da neshedilerek yürürlükten
kaldırıldığı ifade buyurulmaktadır:
1- İnce
deriden yapılmış kapların dışındaki kapların şıra kabı olarak kullanılması.
2- Kabir
ziyaretr.
3- Kurban
etlerinin üç günden fazla elde tutulması.
Bu yasaklardan birinci
yasakla ilgili açıklama bu babın daha önceki hadislerinin şerhlerinde, ikinci
yasakla ilgili açıklama Cenaze Bölümünde 3235 numaralı hadis-i şerifin
şerhinde; üçüncüsü de Kurban Bölümünde 2812 numaralı hadisin şerhinde geçtiği
için burada tekrara lüzum görmüyoruz.[97]
3699...
Câbir b. Abdillah'dan rivayet olunmuştur; dedi ki;
Rasûlullah (s.a)
(müslümanlara ince deriden yapılmış kapların dışındaki) kapları (şıra kabı
olarak kullanmayı) yasaklayınca Ensar, (şıra kabı olarak) ince deriden yapılmış
kaplar kullanmalarının kendileri için imkânsız derecede zor olduğunu beyan
ederek; (şıra kabı olarak kullanmak üzere) "bizim için (diğer kaplara)
kesinlikle ihtiyaç vardır" dediler. Bunun üzerine (Peygamber Efendimiz):
"Öyleyse bu
hususta (bir sakınca) yoktur" buyurdu.[98]
Bilindiği gibi Hz.
Peygamber'in ince deriden yapılmış derinin dışındaki kaplarda şıra yapmayı ve
onlarda şıra saklamayı yasaklamasının sebebi, bu kapların içindeki şırayı
kükreterek şarap haline çevirmesi ve eskiden beri bu kaplarda saklanmakta olan
kükremiş sıraları müslümanların farkına varmadan içmeleri tehlikesini önlemek
idi. Fakat ince deriden yapılmış tulumlarda şıra yapmanın müslümanlar için imkânsız
derecede zor olduğu Ensar topluluğu tarafından belirtilince Hz. Peygamber bu yasağı
kaldırarak, kükremiş şıralara karşı dikkatli olmak kaydıyla deriden yapılmış
tulumların dışındaki kaplarda da şıra yapılıp saklanmasına izin verdi.[99]
3700...
Abdullah b. Amr (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:
Rasûlullah (s.a);
kabaktan yapılmış olan kap, yeşil küp, ziftli kap, hurma kütüğünden oyularak
yapılan kap (gibi bazı) kapları zikretti (ve bu kaplarda şıra yapmayı ve
saklamayı yasakladı). Bir bedevi: "Bizim (bu sözü geçen kaplardan başka)
kaplarımız yoktur" dedi. Bunun üzerine (Hz. Peygamber):
"Helâl olan
(şıralar) ı (bu kaplardan da) içiniz" buyurdu.[100]
3701...
(Yine bir önceki hadisin) senediyle (İbn Amr'den Hz. Peygamber'in şöyle)
buyurduğu rivayet olunmuştur:
"(Sözü geçen
kaplardan hangisi olursa olsun, her kapta şıra yapıp içebilirsiniz fakat)
sarhoş eden içkilerden sakınınız."[101]
Daha önceki hadisler
gibi bu hadisler de Hz. Peygamber'in bir takım sakıncalar dolayısıyla içlerinde
şıra yapılmasını yasaklamış olduğu kabaktan ve hurma kütüğünden yapılmış olan
kaplarla yeşil küpte ve ziftli kapta şıra yapılmasına sonradan izin verdiğine
delâlet etmektedir. Bu izin, sözü geçen kapların şıra kabı olarak kullanılması
ile ilgili yasağın sonradan neshedildiği anlamına gelir.[102]
3702...
Câbir b. Abdillah (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a)'a
(ince deriden yapılmış) bir su tulumunda şıra yapılırdı. (Böyle bir) su tulumu
bulamadıkları zaman kendisine taştan yapılmış bir çanak içinde şıra yapılırdı.[103]
Hz. Peygamber,
İslâmiyetin ilk yıllarında içindeki sırayı kükreten kaplarda sıra yapmayı
yasaklamış, kendisi de bu yasağa herkesten fazla riayet etmiştir.
Ümmetine şıralarını
ince deriden yapılan gözenekli su tulumlarında yapmalarını tavsiye etmiş,
fakat müslümanlar bu tulumları bulmakta güçlük çektikleri için sonradan bu
yasağı kaldırmıştır.
Kendisi ise su tulumu
bulduğu zaman şırasını bu tulum içinde yaptırmış, bulamadığı zaman ise
şırasını şırayı kısa zamanda ekşitmeyen taş çanaklarda yaptırmıştır.[104]
3703...
Câbir b. Abdillah (r.a)'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: Rasûlullah (s.a),
kuru üzümle kuru hurmanın (ikisini bir araya getirip) birlikte şıralarım
çıkarmayı yasakladığı gibi hurma koruğu ile yaş hurmanın birlikte şıralarını
çıkarmayı da yasaklamıştır.[105]
3704...
Abdullah b. Ebî Katâde'den (rivayet olunduğuna göre) babası Ebû Katâde, kuru
üzümle kuru hurma (dan elde edilen şıraların) karışımını ve (bir de) hurma
koruğu ile yaş hurma (dan elde edilen şıraların) karışımım yasaklamış ve;
(Bunlardan) her
birinin şırasını tek başına sıkınız, demiştir.
(Bu hadisi Abdullah b.
Ebî Katâde'den rivayet eden) Yahya dedi ki: Bu hadisi bana Ebû Seleme b.
Abdirrahman, Ebû Katâde'den (naklen) haber verdi, (Ebû Katâde de) Peygamber
(s.a)'den.[106] (nakletti)[107]
3705...
Peygamber (s.a)'in sahâbîlerinden Hafs (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s.a), yeni
olgunlaşmış yaş hurma ile kuru hurma (yi bir araya koyup da ikisinin birden şıralarını
çıkarma)yı ve (aynı şekilde) kuru üzümle kuru hurrna (yi bir yere koyarak
ikisinin birden şıralarını çıkarma)yı yasaklamıştır.[108]
3706...
Kebşe binti EbîMeryem'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Ben (Hz. Peygamber'in
hanımı) Ümmü Seleme'ye: "Peygamber (s.a)'in yasakladığı (içki) ne
idi?" diye sordum.
(Hurmayı) çekirdeğine
zarar verecek kadar fazla pişirmeyi -yahut da- kuru hurma ile kuru üzümü
karıştır (ip da birlikte şıralarını çıkarmayı bize yasakladı, cevabını verdi.[109]
3707... Hz.
Âişe (r.anha)'den rivayet olunduğuna göre;
Rasûlullah (s.a) için
kuru üzümün şırası çıkarılıp içine kuru hurma atılırmış veya (bazan da) kuru
hurmanın şırası çıkarılıp içine kuru üzüm atılırmış. (Bunu kendisi içer ve
dolayısıyla başkalarının içeme-sine de izin verirmiş).[110]
3708...
Safiyye binti Atiyye dedi ki:
Abdülkays
(oğulların)ın kadınlarından bazıları) ile Hz. Âişe'nin yanına girmiştim. Ona,
kuru hurma ile kuru üzümü (karıştırarak birlikte şıralarını çıkarmanın
hükmünü) sorduk. Şöyle cevapladı:
Ben bir tutam kuru hurmadan,
bir tutam da kuru üzümden alıp onu (içinde su olan) bir kaba koyardım ve onu
(parmaklarımla iyice) ezdikten sonra Peygamber (s.a)'e içirirdim.[111]
Halît: Karışım
demektir. Üzümle hurmanın ya da hurma ile hurma koruğunun bir kaba konularak sıkılmak
şartıyle elde edilen şıraya "halîta" denildiği gibi, kuru hurma ile
yaş hurmanın veya bunlardan herhangi birisiyle kuru üzümün birlikte
sulandırılıp sıkılmasıyla elde edilen şıraya da "halîta = karışım"
denir.
Hattâbî, sözü geçen karışımların
yasaklandığını ifade eden 3703 numaralı hadis hakkında şöyle diyor:
"Ulemadan birçoğu
mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifin zahirine sarılarak sözü geçen
karışımların sarhoşluk verici olmasalar bile yine de içilmelerinin haram
olduğuna hükmetmişlerdir. Bu karışımları içmenin haram sayılması için sarhoşluk
verici hale gelmelerini şart koşmamışlardır.
Atâ ile Tâvûs, İmam
Mâlik, Ahmed b. Hanbel, İshak ve hadis âlimlerinin tümü bu görüştedirler.
Şafiî ulemasının ekserisi de bu görüştedir.
Bu görüşte olan
âlimlere göre, henüz sarhoşluk verecek derecede kük-remememiş olan böyle bir
karışımı içen kimse bu hadis-i şerifteki yasağı çiğnediği için bir günah
işlemiş sayılırken, sarhoşluk verecek hale gelmiş olan bir karışımı içen bir
kimse de birisi bu hadisteki yasağı çiğnediği diğeri de sarhoşluk veren bir
içkiyi içtiği için iki yönden günah işlemiş sayılır. Süfyân-ı Sevrî ile Ebû
Hanîfe ise bu karışımların (sarhoşluk verici hale gelmeden) içilmelerinde bir
sakınca görmemişlerdir. Leys b. Sa'd'a göre, bu hadis-i şerifte yasaklanmak
istenen şey sözü geçen meyvelerin şıralarını karıştırmaktır. Çünkü bunların
şıraları karıştırılınca, karıştırılan bu şıralardan her biri diğerinin kükreyip
sarhoşluk verecek hale gelmesini çabuklaştırır. Bu yüzden onların şıralarını
karıştırmak ya da birlikte şıralarını çıkarmak yasaklanmıştır."
İmam Nevevî'nin
açıklamasına göre, "Bu babda geçen karışımların içil-mesiyle ilgili
yasaklar kerahet-ı tenzîhiyye ifade ederler. Binaenaleyh söz konusu
karışımları içmek tenzihen mekruhtur. Sarhoşluk vermedikçe haram sayılmaz.
Cumhuru ulemanın görüşü de budur."[112]
Yine İmam Nevevî bu
karışımları içmenin kerahetini şöyle açıklıyor:
"Bizim
arkadaşlarımız ve diğer âlimler demişler ki, bunun mekruh kılınmasının sebebi;
iki maddenin karışımı olması yüzünden çabuk tahhammur etmesidir. Yani sarhoşluk
verecek duruma çabuk dönüşmesidir. Böyle bir şıra henüz tadı değişmemiş iken
sarhoşluk verebilir. Böyle bir şırayı içen kimse bunun sarhoşluk vermediğini
zanneder. Oysa sarhoşluk verecek duruma gelebilir."[113]
Bu karışımların
içilmesinde bir sakınca görmeyen Hanefî ulemasına göre, mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şeriflerdeki söz konusu karışımların içilme-siyle ilgili yasaklar,
insanların yiyecek ve içecek bulmada zahmet çektikleri İslâmın ilk yıllarına
aittir. Müslümanların fakrü zaruret içerisin yaşadıkları o dönemde
müslümanların et ve yağ yemeleri bile yasaklanmıştı. Komşusu aç yatıp kalkmakta
iken bir kimsenin iki şırayı karıştırıp birden içmesi de bu yasaklardandır.
Daha sonra yüce Allah, müslümanları bu darlıktan kurtardıktan sonra et ve yağ
yemelerinde bir sakınca kalmadığı gibi söz konusu karışımları içmelerinde de
bir sakınca kalmamıştır.[114]
Gerçekten bu babın
sonunda geçen 3707-3708 numaralı hadisler Hane-fîlerin bu görüşünü
kuvvetlendirmekte ise de, 3704 numaralı hadis-i şerifte tavsiye edildiği
şekilde bu şıraları karıştırmadan içmek takvaya daha uygundur.
3706 numaralı hadis-i
şerifte, hurmayı pişirirken çekirdeğine zarar gelecek şekilde fazlaca
pişirmenin yasaklanma sebebi hakkında ulema şöyle diyor: Hurmayı çekirdeğine
zarar gelecek kadar fazlaca pişirmek onun tadını bozduğu gibi çekirdeğinin de
kuvvetini giderir. Tadını bozmasındaki zarar malumdur. Çekirdeğindeki kuvvetin
gitmesindeki zarar ise onun bu halde hayvan yemi olarak kullanılamaması ile
ilgilidir. Eğer çekirdeği bozulma-saydı hayvan yemi olarak kullanılabilirdi.[115]
3709...
Katâde'den rivayet olunduğuna göre;
Câbir b. Zeyd ile
İkrime hurma koruğu (ndan elde edilen şıranın içilmesi)ni kerih görürlerdi. Bu
hükmü de İbn Abbas'dan alırlardı. İbn Abbas (r.a)'ın da: "Ben Abdülkays
(oğulların)ın menedildikleri "el-müzzâ" denilen içkinin (hurma
koruğundan elde edilen şıra) olmasından korkuyorum" dedi (ğini
söylerlerdi).
(Bu hadisi Katâde'den
rivayet eden Muaz b. Hişâm dedi ki:) Ben Katâde'ye, "el-müzzâ" nedir?
diye sordum da, "Yeşil sırlı ve ziftle sıvalı küplerde (bulunan)
şıra(lar)dır" cevabını verdi.[116]
Bu hadis-i şerif, İbn
Abbas ile Câbir b. Zeyd ve İkrime'nin uzum koruğundan elde edilen şıranın
içilmesini caiz görmeyip kerih gördüğünü, zira bu şıranın Hz. Peygamber'in
Abdülkays oğullarına yasaklamış olduğu "elmüzza" isimli içki
olabileceğine ihtimal verdiklerini ifade etmektedir.
Hattâbî'nin
açıklamasına göre, Ebû Ubeyd de bu görüştedir.
İbn Esîr, en-Nihâye
isimli eserinde şöyle diyor: "el-Müzza, içinde ekşilik bulunan şaraptır.
Hurma koruğu ile kuru hurma üzerine su ilave edilerek elde edilen şıra olduğu
da söylenmiştir."
Katâde ile Ebu
Ubeyd'in ve İbn Esîr'in açıklamalarından anlaşılıyor ki, el-müzza denilen içki
ile hurma koruğundan elde edilen şıra ayrı ayrı şeylerdir. Binaenaleyh Hz.
Peygamber'in Abdülkays heyetine yasaklamış olduğu içki hurma koruğundan elde
edilen şıra değildir.[117]
3710... Abdullah b. ed-Deylemî'nin babasından rivayet
olunmuştur; dedi ki:
Biz Peygamber (s.a)'e
varıp:
Ey Allah'ın Rasûlü,
sen bizim kim olduğumuzu, nereden ve kime geldiğimizi bilmektesin, dedik. (Hz.
Peygamber de):
"Allah'a ve
Rasûliine (geldiniz)" buyurdu, (Biz de):
Ey Allah'ın Rasûlü,
bizim üzümlerimiz var, onları ne yapalım? diye sorduk.
“Onları
kurutunuz" buyurdu. (Biz):
Kuru üzümü ne
yapacağız? dedik.
"Sabah
kahvaltınızda şırasını çıkarınız, akşam yemeğinizde içiniz. (Yahutta) akşam
yemeğinde şırasını çıkarınız, sabah kahvaltınızda içiniz. O şırayı (ince
deriden veya başka bir şeyden yapılmış) su tulumlarına koyunuz, büyük küplere
koymayınız. Çünkü vakti (biraz) geçince (büyük küplerde şarap olur, küçük
küplerde ise) sirke olur" buyurdu.[118]
3711... Âişe
(r. anha)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a)'a, yukarısı
bağlanan bir tulumda şıra yapılırdı. Tulumun (aşağısında içerisindekini içmeye
yarayan bir de) ağzı olurdu. Sabahleyin yapılan şırayı akşamleyin içerdi.
Akşamleyin yapılan şırayı da sabahleyin içerdi.[119]
3712... Âişe
(r.anha)'dan rivayet olunduğuna göre;
Kendisi Peygamber
(s.a) için sabahleyin (kuru hurmayı ya da ku ru üzümü ıslatarak) şıra yaparmış,
akşam olunca (Hz. Peygamber) ak şam yemeğini yeyip üzerine de (bu şırayı)
içermiş. Eğer (şıradan) bira zı artacak olursa onu (yere) dökermiş. Yahutta
(başka birinin içmes için) onu (bir başka kaba) boşaltırmış.
Sonra geceleyin Hz.
Peygamber için (yeni bir) şıra hazırlarmış Sabah olunca (Hz. Peygamber) sabah
kahvaltısını yapar, kahvaltım üzerine de bu şırayı içermiş. Tulum, hem sabah
hem akşam yıkanırmı;
(Bu hadisin
ravilerinden Mukâtil) dedi ki: Babam (Hayyân) Hz. Âişe'ye;
(Yani bu tulum) bir
günde iki defa mı (yıkanırdı)? diye sordu da (Hz. Âişe), "Evet"
cevabım verdi.[120]
3713... İbn
Abbas (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki:
Peygamber (s.a) için
kuru üzüm (ıslatılarak) şıra yapılırdı. (Peygamber Efendimiz) bu şırayı o gün,
ertesi gün ve daha ertesi gün üçüncü (gün)ün akşamına kadar içerdi. (Üç gün
geçtikten) sonra onu(n getirilmesini) emrederdi. (Getirilince bakardı, eğer
bozulmamışsa) hizmetçilere içirirdi. Yahutta (bozulmuş olduğu için yere)
dökerdi.
Ebû Dâvûd dedi ki:
“Hizmetçilere içirirdi" sözünün manasıfna gelince), bu hususta ilk akla
gelen şey (şırada meydana gelen) bozulmadır. (Yani bozulmamışsa onlara
içirirdi, bozulmuşsa içirmezdi dökerdi.)
Yine Ebû Dâvûd dedi
ki: (Hadisin senedinde bulunan) Ebû Ömer, Yahya b. Ubeyd el-Behrânî'dir.[121]
Azlâ: Tulumun alt
tarafında bulunan ve tulumun içindekini içmeye yarayan deliktir. Bir başka
ifadeyle tulumun alt tarafında bulunan ağzıdır.
Gudve: Sabah
namazından sona güneş doğuncaya kadar olan vakittir.
Aşiyye: Zevalden sonra
güneş batıncaya kadar devam eden süredir.
Gadâ: Sabah
kahvaltısı, aşâ ise akşam yemeği demektir.
3710 numaralı hadis-i
şerifte Hz. Peygamber'e, "Ey Allah'ın Rasûlü, sen bizim kim olduğumuzu...
bilmektesin" diye söze başlayıp da Hz. Peygamber'e ellerinde bulunan üzümleri
ne yapmalarını tavsiye etmesini soran kimse Yemenli olan ve sonradan Hımyer'e
yerleştiği için Hımyerî (Hım-yerli) diye anılan Fîruz ed-Deylemî'dir. Fîruz,
kendi kabilesiyle birlikte müs-lüman olunca kabilesi bazı dinî müşkillerini Hz.
Peygamber'e sormak için bir heyet göndermişti. Bu heyetin içinde Fîruz da
bulunmuştur.[122] Hz. Peygamber onlara
ellerinde bulunan üzümleri kuruttuktan sonra onları sabahları ince deriden
yapılmış tulumlarda ıslatarak şıra yapıp akşamlan içmelerini, ya da akşamları
ıslatarak şıra yapıp sabahları içmelerini fakat bu şıraları asla büyük küplere
koymamalarını tavsiye etmiştir. Çünkü deriden yapılmış tulumlarda bulunan
şıralar zamanla bozuldukları takdirde sirkeye dönüştüğü halde büyük küplerde
bulunan şıralar bozulunca doğrudan doğruya şarap olurlar. Şarap ise
müslümanların hiçbir işine yaramaz.
3711 ve 3712 numaralı
hadis-i şeriflerde ise Hz. Peygamber'in sabahleyin kurulmuş olan bir şırayı
akşamleyin, akşam yemeğinde içtiğini, akşamleyin kurulmuş olan bir şırayı da
sabahleyin içtiğini, artanı ya başka birisinin içmesi için başka bir kaba
boşalttığım, ya da yere döktüğünü ifade\et-mektedirler.
Sabah kurulan bir
şıranın akşama kadar, akşam kurulan bir şıranın da sabaha kadar bekletilmesinin
sebebi, tabiidir ki ıslatılmış olan kuru hurmanın veya kuru üzümün şırasının
iyice çıkması içindir.
Fahr-i Kâinat
Efendimiz'in sabah kurulan bir şırayı akşam içtikten sonra veya akşamleyin
kurulan bir şırayı sabah içtikten sonra kalanını içecek birisini bulamayınca
onu yere dökmesi, daha fazla kalması halinde bozulacağını bildiğindedir. Çünkü
sıcak yaz günlerinde bir günden fazla kalan bir şıra bozulup şarap haline
gelebilir.
Fakat serin kış
günlerinde şıra daha fazla kalabileceğinden Hz. Peygamber onu kış günlerinde
üç gün içmiştir.
3713 numaralı hadis-i
şerifte anlatılan da budur. Böyle serin gecelerde Hz. Peygamber bir şırayı üç
gün içmeye devam ederdi. Üç gün sonra bakardı, eğer bozulmuşsa kimseye
içirmez, dökerdi; bozulmamışsa hizmetçilerine içirirdi. Üç gün geçtiği halde bozulmamış
bir şıranın içilmesini caiz görmekle beraber kendi tabiatı bundan hoşlanmadığı
için kendisi içemezdi. Fakat içebilen kimselerin içmelerinde bir sakınca
görmezdi.[123]
3714...
Ubeyd b. Umeyr dedi ki:
Ben Peygamber (s.a)'in
hanımı Âişe (r.anha)'yı şöyle derken işittim:
Peygamber (s.a),
(bazan hanımı) Zeyneb binti Cahş'ın yanında kalır, orada bal (şerbeti) içerdi.
Ben, Hz. Peygamber (hanımlarından) hangisinin yanına gelirse o Peygamberce
"Senin ağzında megâfir kokusu buluyorum" desin diye Hafsa ile
anlaştım. (Gerçekten de Hz. Peygamber) hanımlarından birinin yanına girmiş o da
(Hz.) Peygamber'e bu sözü söylemiş, (Hz. Peygamber de):
“Hayır! Ben Zeyneb
binti Cahş'ın yanında bal (şerbeti) içtim ve bir daha bunu asla içmeyeceğim”
dedi.
Bunun üzerine,
"(Ey Peygamber!) Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram
ediyorsun?"[124]
(âyet-i kerimesi); Hz. Âişe ve Hafsa (r. anhüma)'ya (hitab eden); "...
Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz..."[125]
âyetine kadar (indi). "Peygamber eşlerinden birine gizli bir söz
söylemişti"[126]
âyet-i kerimesi de "Hayır, bal şerbeti içtim" sözü için indi.[127]
3715... Hz.
Âişe'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûiullah (s.a) helvayı ve balı
severdi... (Ravi Hişâm burada) şu (bir önceki) hadisin bir kısmım rivayet etti.
(Bu rivayetinde bir önceki hadisin metninden fazla olarak şu cümle de yer
almaktadır): "Rasûiullah (s.a) üzerinde (çirkin) koku bulunmasını
sevmezdi." (Urve'nin rivayet ettiği bu hadiste (ayrıca şu cümleler de
bulunmaktadır:) Hz. Şevde: "Hayır, sen megâfir yemişsin" dedi. (Hz.
Peygamber de): "Hayır! Ben bal (şerbeti) içtim. (Onu da) bana Hafsa
içirdi" cevabını verdi.
(Hz. Âişe rivayetine
devamla) dedi ki: (Ben de Hz. Peygamber'e: Herhalde senin yediğin bu balın)
arısı Urfut (denilen bitkiden) yemiş (de senin ağzın ondan böyle kokuyor)"
dedim.
Ebû Dâvûd dedi ki:
Megâfîr, (Amman taraflarında çokça biten bir ağaçtan çıkan çirkin kokulu) bir
zamktır. "Cereset" (kelimesi) yedi anlamına gelir.
"el-Urfut" kelimesi de hurmagillerden bir ağaçtır.[128]
Megâfir: Mugfur'un
çoğuludur.
Mugfur ise, urfut denilen geniş yapraklı bir ağaçtan
çıkan çirkin kokulu, yapışkan ve tatlı bir maddedir.
Kirmânî, mugfurun su
ile karıştırılarak içilen çirkin kokulu bir zamk olduğunu söylemiştir.
Kastalânî'nin
açıklamasına göre, 3715 numaralı hadis-i şerifte geçen "halva"
kelimesiyle, sütle kuru hurmanın karışımı ile elde edilen bir tatlı kastedilmiş
olabilir. Fakat bu kelimeyle tüm tatlıların kastedilmiş olması da mümkündür.
İmam Nevevî'ye göre, burada bu kelimeyle kastedilen tatlılarırı tümüdür. Bu
ifadeden Hz. Peygamber'in belli bir tatlıyı değil, tatlıların tümünü sevdiği
anlaşılmaktadır.
Görüldüğü gibi 3714
numaralı hadis-i şerifte Hz. Peygamber'in bal şerbetini Hz. Zeyneb binti
Cahş'ın evinde içtiği ifade edilirken, 3715 numaralı hadiste Hz. Hafsa'mn
evinde içtiği ifade edilmektedir. Bezlü'l-Mechûd yazarının açıklamasına göre,
doğru olan 3714 numaralı hadis-i şerifteki ifadedir. 3715 numaralı hadisteki
farklı ifade ravinin yanılmasından kaynaklanmaktadır.
Ulemadan bazılarının
açıklamasına göre ise, aslında bu ifadelerin ikisi de doğrudur. Çünkü hâdise
birkaç defa tekerrür etmiştir. İfadeler arasındaki farklılıklar hâdiselerin
değişik şekillerde vuku bulmasından kaynaklanmaktadır.
Bilindiği gibi Hz.
Peygamber'in hergün hanımlarını ziyaret edip hepsinin ihtiyaçlarını sorarak
onları memnun etmek âdet-i seniyyeleri idi. Fakat bu ziyaret bazı hanımlarının
kıskançlık duygularının kabarmasına ve onu üzecek davranışlar içerisine
girmelerine sebep olmuştur.
Bu hadis-i şeriflerin
bab başlığı ile ilgisi, bal şerbeti içmenin helâl olduğunu, Hz. Peygamber'in
de bunu sevdiğini ifade etmeleridir.[129]
1.
Kadınlarda kıskançlık fıtrîdir. Ortağının zararını önlemek şartıyla kadının kıskançlığı
ozur sayılır.
2. Hadis-i
şerif, Hz. Âişe'nin Peygamberimiz (s.a) nezdindeki yüksek itibar ve derecesine
delildir. Bu itibar o derece büyük idi ki ortağı bile her emrinde ona itibar
ederdi.
3. Nöbet
sahibinin hakkı mahfuz (saklı) tutulmak ve cima' vaki olmamak şartıyla bir
kimse gündüzün bütün kadınlarının yanına girebilir.
4. Açık
konuşulduğu takdirde utanmak icabeden yerlerde edeb ve terbiyeye riâyeten
kinayeli sözler kullanmalıdır. Nitekim Peygamber (s.a) zevcelerine sırf
yaklaşmakla kalmadığı halde, onlarla geçirdiği muhabbet ve ünsiyet anı,
yaklaşmakla ifade olunmuştur.
5. Hadis-i
şerif bal ve tatlının faziletine, Rasûlullah (s.a)'ın sonsuz sabır ve
tahammülüne, hududsuz cömertlik ve keremine delildir.[130]
3716... Ebû
Hureyre (r.a)'den şöyle rivayet olunmuştur: .
Ben Rasûlullah
(s.a)'ın oruç tutmakta olduğunu biliyordum. Kabaktan yapılmış bir kap
içerisinde hazırlamış olduğum şira(yı ona içirmek kasdı) ile oruçlu olmadığı günü
kollamaya başladım. Sonra (onun oruçlu olmadığını öğrendiğim gün) bu şırayı
kendisine getirdim. Bir de ne görelim, şıra kükreyip çıkmış. (Bunu gören Hz.
Peygamber):
"Bunu bahçeye
dök. Çünkü bu Allah'a ve âhiret gününe inanmayan (lar) in içkisidir" buyurdu.[131]
Bu hadis-i Şerif,
kükreyip sarhoşluk verecek duruma gelen bir şırayı içmenin haram olduğunu ifade
etmektedir. Biz 3679 numaralı hadisin şerhinde sarhoşluk veren içkilerin
hükmünü açıkladığımız burada tekrara lüzum görmüyoruz.[132]
3717... Enes
(r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Rasûlullah (s.a) kişinin ayakta su içmesini
yasaklamıştır.[133]
3718...
Nezzâl b. Sebre'den şöyle rivayet olunmuştur:
Ali b. Ebî Tâlib (r.a)
bir su isteyip ayakta içmiş ve:
Bir takım insanlar,
kendilerinden birinin bunu yapmasını çirkin
görüyorlar. Oysa ben
Rasûlullah (s.a)'ı beni yaparken gördüğünüz (şu) işin aynısını yaparken gördüm,
demiş.[134]
Bezl yazarının İbn
Kayyim'den naklen yaptığı açıklamaya göre; gerçekten Rasul-ı Zişan Efendimiz in
ayakta su içmeyi yasakladığı gibi kendisinin bizzat ayakta su içtiği de bir
gerçektir. Bu durumu gören âlimlerden bazıları, ayakta su ile ilgili yasağın
haramhk için olmadığını söylerken bir kısmı da bu yasağın bizzat Hz. Peygamber'in
uygulamasıyla sonradan neshedildiğini söylemişlerdir. Âlimlerden bir kısmı da
Hz. Peygamber'in ayakta su içmeyi yasaklayan hadisleriyle bazan bizzat kendisinin
ayakta su içtiğini ifade eden hadisler arasında bir çelişki bulunmadığını,
çünkü aslında Hz. Peygamber'in ayakta su içmeyi yasakladığını ve kendisinin de
mecbur kalmadıkça suyu oturarak içtiğini fakat bazen mecburiyet karşısında
ayakta su içmişse de mecburiyet karşısında yapılan uygulamaların aslî olmayıp
geçici olduğunu aslî olan uygulamanmsa devamlı olan uygulama olduğunu
söylemişlerdir.
Hattâbî ise; buradaki
nehy hadislerinin ayakta su içmenin kerahet-i tenzihiyye ifade ettiğini, Hz.
Peygamber'in ayakta su içtiğini ifade eden hadislerin ise ayakta su içmenin
kerahetle birlikte caiz olduğunu belirttiğini söylemiştir.
Hafız İbn Hacer, bu
babda söylenen sözlerin en güzelinin bu olduğunu söylüyor.
Ayakta su içmenin
sakıncası tamamen tıbbîdir. Çünkü ayakta su içme vücuda çok zararlıdır. Meselâ,
ayakta su içen kimse susuzluğunu gideremez. Ayrıca bu şekilde içilen bir su
mideye birdenbire ineceği ve oraya iyice yerleşmeyeceği açıdan vücut için
çeşitli zararların doğmasına da yol açabilir.
Tuhfe yazarı
Mübârekfûrî'nin açıklamasına göre, bu mesele ile ilgili çözüm yolları
şöyledir:
1- Bu meselenin
çözümünde, başta Ebû Bekir el-Esrem olmak üzere, bazı âlimler ayakta su içmenin
yasağını bildiren hadislerle caizliğini bildiren hadisleri sıhhat yönünden
karşılaştırmışlar ve daha sahih olanları tercih yoluna gitmişler; neticede
ayakta su içmeye cevaz veren hadislerin ayakta su içmeyi yasaklayan hadislerden
daha sahih olduğu hükmüne varmışlardır.
2- Bu
meselenin çözümünde tutulan ikinci yol nesih yoludur. el-Esrem'in bu yola da
meyli vardır. İbn Şahin de buna meyletmiştir. Meselenin çözümüne bu yoldan
yaklaşan bu âlimlere ve taraftarlarına göre, bu meseledeki nehy hadisleri cevaz
hadisleriyle neshedilmiştir. Nitekim hulefa-i râşidin ile sahabe ve tâbiûnun
büyük çoğunluğunun uygulamaları da bunun delilidir.
3- Bu
meselenin çözümünde tutulan üçüncü yol ise nehy hadisleriyle cevaz
hadislerinin arasını uzlaştırma yoludur. Bu yolu tutan âlimlerden bazılarına
göre, burada ayakta içmekten maksat yürürken içmektir. Binaenaleyh buradaki
yasak, yürürken su içmekle ilgili, cevaz da bir yerde sabit iken içmekle
ilgili olduğundan nehy hadisleriyle cevaz hadisleri arasında bir çelişki
yoktur.
Diğer bir takım
âlimlere göre de nehy hükmü tenzihen mekruh ifade etmektedir. Bu bakımdan bu
babdaki nehy ve cevaz hadisleri arasında köklü bir ayrılık yoktur. Hafız İbn
Hacer, bu mevzudaki görüşlerin en isabetlisinin bu olduğu kanaatindedir.[135]
3719... İbn
Abbas (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a), (içi görünmeyen
bir su) kabın(ın) ağzından su içmeyi, bir de pislik yiyen hayvana binmeyi ve
(nişan alınarak vurulması için) bir yere bağlanan hayvanı (n etini yemeyi)
yasaklamıştır. Ebû Dâvûd dedi ki: "Cellâle" dışkı yiyen hayvandır.[136]
Cellâle: Dışkı yiyen
hayvandır.
el-Mücesseme: Nişan alarak
vurmak maksadıyla bir yere bağlanıp hedef yapılan eti yenir ehli hayvandır.
İbnü'l-Esîr'in
en-Nihâye isimli meşhur eserindeki açıklamasına göre; "Cellâlenin yediği
pisliğin kokusu eğer etine sinmemişse onun etini yemekte bir sakınca yoktur.
Fakat yediği pisliklerin kokusu hayvanın etine sinmişse o zaman onun etini
yemek helâl olmaz.
Pislik yiyen ve yediği
pisliklerin kokusu etine sinmiş olan hayvanlara binmek de caiz değildir. Çünkü
hayvan ağzıyla, üzerine binen kişiyi yalamak suretiyle pisleyeceği gibi, teri
ile o kişinin hayvana temas eden kısımlarını pislemiş olur."
Bu mevzuda merhum Ö.
Nasuhi Bilmen şöyle diyor:
"Temiz olmayan
şeyleri yemiş olan tavuk, koyun, sığır, deve gibi hayvanların etleri bir
müddet hapis edilmeksizin hemen kesildikleri takdirde mekruhtur. Çünkü bu halde
etleri fena bir kokudan hali olmaz. Hapis müddeti tavuklar İçin üç, koyunlar
için dört, sığırlar ile develer için de on gündür. Böyle pislikle taayyüş eden
bir hayvana "cellâle" denir.
Bu hayvanlar, temiz olmayan
şeylerden etleri kokmayacak miktar yemiş oldukları takdirde hapisleri lâzım
gelmez, etleri kerahetsiz olarak yeyilebilir."[137]
Hattâbî'nin
açıklamasına göre, metinde geçen "mücessem” kelimesiyle kastedilen;
kişinin hâkimiyeti altında olup da istediği zaman istediği şekilde
boğazlayabildiği halde bir yere bağlayıp nişan hedefi yaparak avlamak suretiyle
boğazladığı hayvandır.
Mevzumuzu teşkil eden
hadis-i şerifte, boğazlanması mümkün olan bir hayvanı bu şekilde öldürüp etini
yemenin Hz. Peygamber tarafından yasaklandığı da haber verilmektedir. Bu
bakımdan normal olarak boğazlanması mümkün olan bir hayvanı avlayarak öldürüp
etini yemek helâl değildir. Merhum Ö. Nasuhi Bilmen, bu mevzuda şöyle diyor:
"Ünsiyet peyda etmiş olan av hayvanlarını da boğazlamak lâzımdır. Evde
beslenen geyik gibi."[138]
Tabanı görülmeyen bir
kaptaki suyu kabın ağzından yudumlayarak içmenin yasaklığı, kabın içerisinde
zararlı maddelerin ve haşeratın bulunması tehlikesinden doğmaktadır.
Binaenaleyh içerisindeki suyu veya başka bir içeceği göstermeyen kabın
ağzından içerisindeki sıvıyı içmek için onu bir bardağa döküp bardaktan
içmelidir. Bu şekilde hareket etmek müstehaptır.[139]
3720... Ebû
Saîd el-Hudrî (r.a)'den rivayet olunduğuna göre;
Rasûlullah (s.a)
tulumların ağızlarım dışarısına kıvırıp da (içlerinde bulunan içeceklerin,
tulumların) ağızlarından içilmesini yasaklamıştır.[140]
3721...
Ensar'danbir kişi olan İsab. Adillah (r.a)'ın babasından rivayet olunduğuna
göre;
Peygamber (s.a) Uhut
(savaşı) günü bir su tulumu istemiş, (tulum gelince onu getiren kişiye):
"(Bu) tulumun,
ağzını dışarıya kıvır" demiş, (bu isteği yerine getirildikten) sonra kabın
ağzından su içmiştir.[141]
Görülüyor ki, bu babda
gelen hadislerin bir kısmı su tulumlarının ağızlarım dışarıya kıvırarak içmenin
yasak olduğunu bildirirken, bir kısmı da caiz olduğunu bildirmektedir.
Hattâbî'nin
açıklamasına göre, tulumlarda bulunan içecekleri bu şekilde ağızlarını
kıvırıverip de içmenin yasaklanmasının iki sebebi vardır:
1- Tulumların
ağzı geniş olduğundan mutlaka oradan içilen şey içen kimsenin üzerine
dökülerek o kimsenin üzerini ıslatır.
2-
Tulumların ağzını temizlemek kolay olmadığından içindekilerin bu şekilde
içilmesi halinde, zamanla orada oluşan pislikler içen kimsenin ağzına gider.
Bu bakımdan tulumlardan bu ş kilde su içmeyi âdet haline getirmek son derece
tehlikelidir.
2719 numaralı hadis-i
şerifin şerhinde açıkladığımız gibi, bu yasak kapların içerisinde zararlı maddelerin
ya da haşeratın bulunması ihtimaliyle de ilgili olabilir.
Nitekim bir hadis-i
şerifte açıklandığına göre; "Hz. Peygamber, kaplardan bu şekilde su
içmeyi yasakladıktan sonra bir adam geceleyin kalkıp bir tulumun ağzını
dışarıya kıvırarak su içmiş de tulumun ağzından bir yılan çıkıp adamın üstüne
düşmüş."[142]
Hattâbî, 3721 numaralı
hadisi açıklarken, bu hadisle 3720 numaralı hadisin arasını şöyle te'lif
etmiştir:
1- Bu
mevzuda gelen hadislerden, su tulumlarından bu şekilde su içmeyi yasaklayan
hadisler büyük tulumlardan su içmekle; ruhsat veren hadislerse küçük
tulumlardan su içmekle ilgili olabilir.
2- Yasaklayıcı
hadisler, insanların tulumlardaki suyu bu şekilde içmeye mecbur olmadıkları
hallere ait; ruhsat verici hadisler ise buna mecbur kaldıkları hallere ait
olabilir.
3-
Yasaklayıcı hadisler, tulumlardan bu şekilde su içmeyi âdet haline getirmekle;
ruhsat verdiği hadislerde suyu bu şekilde içmeyi âdet haline getirmeksizin
arasıra içmekle ilgili olabilir.[143]
3722... Ebû
Saîd el-Hudrî (r.a)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Rasûlullah (s.a)
bardağın kırık yerinden su içmeyi ve içilecek şeyin içerisine üflemeyi
yasakladı.[144]
Bardağın kırık
yerinden içmenin bazı sakıncaları vardır.
Önce, su içerken insanın
ağzı bardağın kırık yerini istenildiği şekilde iyice kapatamadığından boşlukta
kalan kısımlardan sular dökülüp içenin üzerini ıslatır. İçilen şey su değil de
başka bir şeyse içenin elbiseleri kirlenmiş olur. Bir müslüman için böyle kirli
elbiselerle gezmenin sakıncası ise herkesin malumudur.
İkinci sakıncası ise
bardağın kırık yerinin pis ve mikroplu olması ihtimalinden doğmaktadır. Çünkü
bilindiği gibi bardağın kırık yerini temizlemek imkânsız denilecek derecede
zor olduğundan buralar pisliklerin ve mikropların gizlendiği yerlerdir. Bu
sebeple mecbur olmadıkçca kırık bardak kullanmamalıdır. Şayet kullanmak
mecburiyetinde kalınırsa kırık yerlerinden su içmekten kaçınmalıdır.
Bardakta bulunan
içeceğe üflemenin sakıncası ise, üfleme esnasında üfleyen kişinin ağzından
tükrük damlacıklarının dışarı fırlayarak bardağın içine gitmesi ile ilgili
olduğu gibi, üfleyen kimsenin nefesinin bardaktaki içeceği kirletmesi ile de
ilgili olabilir.
Kişinin bardağa
üfürmesi neticesinde ağzından tükrük damlacıklarının saçılması gören kimseleri
rahatsız ettiği gibi sahibini de mahcub eder ve suyu da kirletir.
Ayrıca insanın
ağzından çıkan nefes insan sağlığı yönünden çok zararlı olan karbondioksit gazı
ihtiva ettiğinden içine karıştığı suyu ya da başka bir içeceği kirleterek onu
zararlı bir hale getirir.
Bu bakımdan Fahr-i
Kâinat Efendimiz, bardakların kırık yerlerinden su içmeyi ve bardağın içerisine
üfürmeyi yasaklamış. Müslümanların bu emirlere uymaları müstehabdır.
Münzirî'nin
açıklamasına göre; bu hadisin senedinde bulunan Kurre b. Abdirrahman, Ahmed b.
Hanbel ile Yahya b. Maîn ve daha başkaları tarafından cerh edilmiştir.[145]
3723... İbn
Ebî Leylâ'dan rivayet edilmiştir; dedi ki:
Huzeyfe, Medâin
(şehrin) de idi. Su istedi. Şehrin ileri gelen kişisi ona (içinde su bulunan)
gümüş bir bardak getirince bardağı hemen ona fırlattı ve dedi ki:
Ben bunu ona sadece
daha önce kendisini (gümüş bardak kullanmaktan) nehyettiğim halde bundan
vazgeçmediği için attım. Oysa Rasûlullah (s.a), ipek ve atlas (tan yapılmış
elbise giyme)yi, altın ve gümüş kaptan içmeyi yasakladı ve:
"Bunlar(ı
kullanmak) dünyada onlar (kâfirler) içindir; âhirette de sizler içindir"
buyurdu.[146]
Bu hadiste altın ve gümüş
kapların dünyada kâfirlerin olduğu bildirilmektedir. Bundan maksad, anılan
kapların kafirler için kullanılmasının helâl olması değil, kâfirlerin bunları
kullanmakta oldukları, fakat müslümanlarm bunları kullanmaktan sakınmalarının
gerektiği ve bu nedenle âhirette müslümanlarm bu kabları kullanacakları,
kâfirlerin ise âhirette bundan mahrum kalacaklarını belirtmektir. Müslümanlar,
haramdır diye altın ve gümüş kaplan kullanmaktan sakındıkları için buna mükâfat
olarak âhirette kullanacaklardır. Kâfirler ise diğer günahları işledikleri gibi
altın ve gümüş kapları kullanmak günahını işlediklerinden dolayı âhirette bu
nimetten de mahrum bırakılacaklardır. Tuhfe yazarının beyanına göre el-İsmailî
böyle yorum yapmıştır. Hafız da, "Bu hadiste, dünyada bu nevi kaplan
kullanan müslümanlarm âhirette bu kapları kullanma nimetinden mahrum
bırakılacağına işaretin bulunması mümkündür. Nasıl ki dünyada içki içen bir
müslüman âhirette cennet şarabından mahrum bırakılır" demiştir.[147]
1. Altın ve gümüş
kaplardan yiyip içmek haramdır.Bunu ırtıkab edenler tazır olunurlar. (Tazır,
miktarı şer'an belli olmayıp hâkimin takdirine bırakılan cezadır. Fena bir
bakış ve azarlamadan başlayarak derece dedece tâ ölüme kadar çıkabilir).
2. Hükümet
reisi bazen bizzat kendisi tâzir yapabilir.
3. Kumandan
veya herhangi bir büyük, hikmeti anlaşılmayan iyi bir iş yaparsa, onun delil ve
sebebine tenbihde bulunması gerekir.
4. Küffâr
yalnız dünyadaki altın, gümüş ve ipek gibi şeylerden istifade ederler, âhirette
bunlardan nasipleri yoktur. Müslümanlara gelince onlar için cennette ipekler,
altınlar ve gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, insanın hatır ve
hayâline sığmayan nice ikram ve ihsanlar vardır.[148]
3724... Câbir
b. Abdillah (r.a)'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Peygamber (s.a)
sahâbîlerden biriyle birlikte, bahçesini sulamakta olan bir Ensarî'nin yanına
girip:
“Eğer yanında bu gece
eski bir tulumda gecelemiş (yani soğumuş) su varsa (getir bize içir). Yoksa
biz (şu tulumdaki suyu) bardak-sız ve avucumuza almaksızın ağzımızla
içeriz" buyurdu.
(Ensar'dan olan o zat.
da):
Evet, yanımda eski bir
tulumda gecele(yerek iyice serinle) miş bir su vardır, dedi (ve gidip su
getirerek Hz. Peygamber ile arkadaşına içirdi).[149]
Hadis-i şerifte, testi
ve güğüm gibi kaplardaki suyu bir bardağa veya avuca boşaltmadan doğrudan
doğruya bu kapların ağzından içmenin caiz olduğuna işaret edilmektedir.
Avnü'l-Ma'bûd
yazarının açıklamasına göre, Hz. Peygamber'in Ensarî'nin bahçesine girerken
yanında bulunan arkadaşı, Hz. Ebû Bekir'dir.[150]
1. Testi
Sibi bîr kaba aSzı yaklaştırarak içindekini ağızla alıp içmek caizdir. Zayıf
bir hadiste[151] ise, suyu bu şekilde
içmek yasaklandığından, âlimler, mevzumuzu teşkil eden hadisteki cevazı
mecburiyet hallerine; sözü geçen yasağı da kerahet-i tenzihiyyeye
hamletmişlerdir. Ayrıca bu cevazın daha önceki dönemlere ait olması fakat sonradan
bu yasakla neshedilmesi de mümkündür.
2. İnsanın
artığı temizdir.. Ancak her temiz şey yenilip içilmez. Mikrobik bir hastalığa
yakalanmış olan kimsenin artığı da temizdir, ama mikroplanmış olduğu için
içmek caiz değildir.[152]
3725...
Abdullah b. Ebî Evfâ (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a) şöyle
buyurmuştur:
"Bir topluluğa su
(veya benzen bir içecek) dağıtan kimse (bu suyu) içme yönünden onların en
sonuncusudur."[153]
Bir topluluğa su gibi içilmesi
helâl ve aralarında müşterek olan bir meşrubat sunan kimsenin bu hadis-i şerife
uyarak, dağıttığı meşrubattan içmeyi, sunma işini bitirdikten sonraya
bırakması müstehaptır.[154]
3726... Enes
b. Mâlik (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s.a)'e
suyla karışık bir süt getirilmiş; sağında bir be-devî, solunda da Ebû Bekir
bulunuyormuş. (Sütü) içip sonra (kalanını) bedeviye vermiş ve;
"Önce sağa
verilir ve sağ takib edilir" buyurmuş.[155]
Bazıları, İbn Abbas'ın
rivayetine dayanarak, metinde sözü geçen bedevinin Halid b. Velid olduğunu
söylemişlerse de bu doğru değildir. Çünkü Tirmizî'nin rivayet ettiği bu İbn
Abbas hadisinde söz konusu edilen hâdise Hz. Meymûne'nin evinde cereyan
etmiştir.
Mevzumuzu teşkil eden
bu hadis-i şerifte söz konusu edilen olay ise Hz. Enes'in evinde cereyan
etmiştir. Yani olaylar birbirinden tamamen farklıdır.
Bu hadis-i şerifin bab
başlığıyla ilgisi şöyledir. Bu hadis-i şerifte topluma meşrubat sunduğundan
bahsedilen kimse Rasûlullah (s.a)'dır. Bab başlığına göre, dağıttığı meşrubatı
en son kendisi içmesi gerekirdi. Nitekim bir önceki hadis-i şeriften de
anlaşılan budur. Fakat bab başlığında ve bir önceki hadiste ifade edilen bu
hüküm meşrubatın kendilerine sunulduğu toplumun müşterek malı olmasıyla
ilgilidir. Eğer bu meşrubat o toplumun ortak malı olmaz da dağıtan kimse onu
sırf hibe için dağıtacaksa o zaman o kimse bu meşrubatı herkesten önce
içebilir. İşte mevzumuzu teşkil eden hadis burada bu iki olay arasındaki
hükmün farkını açıklamak için zikredilmiştir. Bu ayrıntıyı açıklamak için bu
hadisin burada zikredilmesi gerekmiştir.[156]
3727... Enes
b. Mâlik (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a), suyu üç nefeste
içer ve:
“Bu daha yarayışlı,
daha âfiyetli ve daha salimdir" buyururmuş.[157]
Bu hadis-i şerif, suyu
üç nefeste içmenin müstehab olduğuna delâlet etmektedir. İbn Abbas (r.a)'m,
suyu iki nefeste içtiğine dair bir rivayeti varsa da, bu suyun iki nefeste
içilebileceğine dair bir delil teşkil edemez.
Bu mevzudaki
rivayetlerin farklılığına bakarak ulema, bir nefeste su içmenin caiz olup
olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Saîd b. el-Müseyyeb ile Ata b. Ebî Rebâh'ın
bir nefeste su içmeye cevaz verdikleri rivayet olunur. İbn Abbas ile Tâvûs ve
İkrime, bir nefeste su içmenin mekruh olduğuna kaildirler. İbn Abbas, "Bu
şeytan içişidir" demiştir.
Esrem, bu babda
şunları söylemiştir: "Bu hadisler zahirlerine göre muhteliftirler. Bizce
bu hususta çözüm yolu; bir, iki, üç ve daha fazla nefes alarak içmenin caiz
olmasıdır. Zira bu hususta rivayetlerin muhtelif olması kolaylığa delâlet
etmektedir. Ama üç nefesi ihtiyar ederse iyi olur."[158]
3728... İbn
Abbas (r.a)'dan rivayet olunmuştur; dedi ki: Rasûlullah (s.a),
kabın içerisine solumayı ve üfürmeyi
yasakladı.[159]
Hattâbî, bu hadis-i
şerifi açıklarken şöyle diyor:
"Kabın içerisine
üfürmenin yasaklanış sebebi, üfüren kimsenin o anda ağzından tükrük
damlacıklarının fırlayıp kabın içine gitme tehlikesi olabileceği gibi, bu
kimsenin ağız kokusunun nefes vasıtasıyla suya karışıp onu kirletmesi ve
tadını bozması tehlikesi de olabilir. Binaenaleyh, insan hiçbir zaman kabın
içerisine üfürmemeli ve solumamahdır."
Hattâbî'nin bu
açıklamasına ilaveten şunu da ifade etmek isteriz ki; bardağın içerisine
üfürmek, insanın ağzından çıkan ve insan sağlığı için zararlı olan
karbondioksitli havanın kabın içerisinde bulunan içeceği kirleteceği ve tadını
bozacağı için de bu yasak konmuş olabilir.[160]
3729...
Süleym oğullarından Abdullah b. Büsr (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Rasûlullah (s.a) gelip
babama misafir oldu. (Babam) ona bir yemek ikram etti. -(Abdullah b. Büsr
burada) babasının Hz. Peygam-ber'e (bir de) hays (denilen bir yemek)
getirdiğinden bahsetti- (ve sözlerine şöyle devam etti): Sonra ona bir de
şerbet getirdi. (H. Peygamber de) onu içti. (Şerbetten bardakta kalanı ise)
sağındakine verdi. Arkasından da kuru hurma yedi. Hurma(lar)ın çekirdeğini
şehadet parmağı ile orta parmağının arasına bıraktı. (Hz. Peygamber sofradan)
kalkınca babam da kalktı. (Hz. Peygamber'in) hayvanının geminden tutup:
Benim için Allah'a dua
et, dedi. Bunun üzerine (Hz. Peygamber):
"Allah'ım,
bunlara verdiğin nzıklara bereket ihsan eyle, kendilerine mağfiret ve rahmet
eyle" diye dua etti.[161]
Hays: Kuru hurma, keş,
yağ ve undan yapılan bir yemektir. Hz. Peygamber, kendisine ikram edilen hurma
az olduğu için onların çekirdeklerini elinde tutmuş, ayrı bir kaba koyma
ihtiyacı duymamıştır.
Bu çekirdekleri ayrı
bir kaba koymadığı gibi önünde bulunan kaba koymaktan da kaçınmasının sebebine
gerince, elindeki hurmaların ağzının ıslaklığı ile ıslanmış ve nefesinin temas
etmiş olmasından başka bir şey değildir. Hz. Peygamber'in ağzının yaşlığına ve
nefesine temas etmiş olan hurma çekirdeklerini bile başkalarının yiyeceği
hurmalara temas etmesinden korkarak onların bulunduğu kaba koymaktan kaçınması,
onun kap içerisine üfürmekten kaçınmakta ne kadar hassasiyet göstereceğini
ifadeye yeteceğinde şüphe yoktur. Bu hadisin bab başlığı ile ilgisi de
burasıdır.
Muhakkak ki bu
çekirdekleri yemekten sonra götürüp uygun bir yere koymuştur.[162]
1. Bir
kimsenin yediği meyvenin çekirdeklerini içerisinde meyve bulunan kaba atmaktan
kaçınması mus-tehaptır,
2. Kapların
içerisine üfürmek yasaklanmıştır.
3. İçilecek
şeyleri sunarken sağdan başlamak müstehabtır.
4. Fazilet
sahibi birinden dua istemek müstehabtır.
5. Misafirin
hane sahibi için rızık, mağfiret ve rahmet duasında bulunması müstehabtır.[163]
3730... İbn Abbas
(r.a)'dan rivayet olunduğuna göre; dedi ki: Ben (teyzem) Meymûne (r.anha)'nm
evinde idim. Halid b. Ve-lid'le birlikte Rasûlullah (s.a) de (oraya) geldi.
Hemen arkasından (bazı kimseler içeri girip Hz. Peygamberce) iki ince çöp
üzerinde pişirilmiş iki keler getirdiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a)
tükürmeye başladı. (Hz. Peygamber'in bu halini gören) Halid:
Ey Allah'ın Rasûlü,
herhalde kelerden tiksinmiş olmalısın? dedi.
(Hz. Peygamber de):
"Evet"
cevabım verdi. Sonra Rasûlullah (s.a)'a bir süt getirildi de (onu) içti ve:
"Biriniz bir
yemek yediği zaman;
'Ey Allahım! Bu yemeği
bize bereketli kıl ve bize ondan daha hayırlısını yedir' diye dua etsin.
Kendisine bîr süt içirildiği zaman da:
'Ey Allah'ım! Bunu
bize bereketli kıl ve bize bundan daha fazlasını ver' diye dua etsin. Çünkü
sütten başka (tek başına hem açlığı hem de susuzluğu gidermeğe) yeter bir
yiyecek ve içecek yoktur" buyurdu.
Ebû Dâvûd dedi ki: Bu
(sözler, rivayeti) Müsedded'e ait olan sözlerdir.[164]
betinde geçen
kelimesi, "zannetmek" anlamına gelen kökünden gelmektedir. Bu
kelimenin muzarismin birinci tekil
şahsı, kaideye aykırı olarak şeklinde okunur. Kaideye göre okunsaydı şeklinde
okunması gerekirdi.[165]
Bezlü'l-Mechûd
yazarının açıklamasına göre; Hz. Peygamber'in kızartılmış keler etini görünce
tükürmesi, bu etin haramlığıni ifade etmek ya da o yemeği beğenmediğini ifade
etmek için değildir. Bu insanın tabiatına hoş gelmeyen ekşi, turşu gibi bir
yemeği görünce o anda ağzında kendiliğinden bir suyun beliriverip de onu tükürmek
mecburiyetinde kalması kabilinden bir olaydır.
Aslında Hz.
Peygamber'in herhangi bir yemeği kötülediği görülmemiştir. Bilâkis o hiçbir
yemeği kötülemediği gibi kötülenmesine de izin vermemiştir.
Keler etini yemenin
caiz olup olmaması meselesi ise 3793 numaralı hadisin şerhinde açıklanacaktır.
Metinde geçen
"süt içirilidiği zaman" cümlesi, "kendisine Allah süt içmeyi
nasib ettiği zaman" anlamına gelir. Bir başka ifadeyle fiilinin faili
Allah (c.c)'dır.
Mevzumuzu teşkil eden
bu hadis-i şerif, herhangi bir yemek yiyen kimsenin diyerek; süt içen bir
kimsenin de, diyerek dua etmesinin mendup olduğuna delâlet etmektedir. Ayrıca
Hz. Peygamber'in, her yemeğin sonunda Allah'dan bu yemekten daha hayırlısını
vermesini istediği halde, süt içince daha hayırlı br yemekten söz etmeyip sütün
daha çoğunu istemesi de sütün yemeklerin en hayırlılarından olduğuna delâlet
etmektedir.
Bu hadis musannif Ebû
Davud'a, birisi Müsedded diğeri de Musa b. İsmail olmak üzere iki ravi
tarafından ve değişik lafızlarla rivayet edilmiştir. Musannif Ebû Dâvûd
(r.a)'un da ifade ettiği gibi, bizim tercümesini sunduğumuz lafızlar
Müsedded'in rivayet ettiği lafızlardır.
Tirmizî, bu hadisin
hasen olduğunu söylemiştir.[166]
3731...
Câbir (r.a)'den rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
"(Evine girdiğin
zaman) Besmele çekerek kapım kapa. Çünkü şeytan (Besmeleyle) kapanan bir kapıyı
açamaz. Besmele çekerek lambanı da söndür. (Yine) Besmele çekerek, enine
koyacağın bir ağaç parçası ile de olsa kab(lar)ını(n ağzını) ört. Bir Besmele
daha çekerek su kabını(n ağzını da) Ört."[167]
3732...
Peygamber (s.a)'den Câbir b. Abdillah tarafından (rivayet edilen) şu (bir
önceki hadis) tamamıyla olmamakla beraber (bir de ez-Zübeyr vasıtasıyla yine
Câbir b. Abdillah'dan rivayet olunmuştur. Bu rivayete göre Hz. Peygamber):
"Çünkü şeytan
(Besmeleyle) kapanmış olan kapıyı açamaz, (kabın ağzını örten) bağı çözemez,
(ağzı örtülü olan) kabı açamaz. (Bunları yaparken Besmele çekmeyi unutmayın).
Çünkü (Besmele çekmezseniz) küçük fare, insanların evlerini ateşe
verebilir" buyurmuştur.[168]
3733...
Câbir b. Abdillah (r.a)'dan rivayet olunduğuna göre, Peygamber (s.a) şöyle
buyurmuştur:
"Gecenin
karanlığı çökmeye başladığı zaman çocuklarınızı (etrafınıza) toplayınız,
(dışarıda bırakmayınız).
-Müsedded (bu cümleyi)
"akşam olunca" şeklinde rivayet etti-. Çünkü cinnîler için bir yayılma
ve (önüne gelen başıboş çocukları hızlıca) kapıp götürme (saatleri) vardır ki
(bu vakitlerde başlamış olur)."[169]
3734...
Câbir (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki:
Peygamber (s.a) ile
birlikte bulunuyorduk. (İçmek için) bir su istedi. (Orada bulunan) cemaatten
biri:
(Ey Allah'ın Rasülu),
sana bir şerbet içirsem olmaz mı? dedi. (Hz. Peygamber de):
"Hay hay, tabii
olur" cevabını verdi.
Bunun üzerine adam
koşarak dışarı çıktı ve içinde şıra bulunan bir bardak getirdi. (Bardağın ağzı
açık olarak getirildiğini gören) Rasûlullah (s.a) (ona):
"Enine olarak
üzerine koyacağın bir tahta parçasıyla olsun bu bardağın üzerini örtseydin
ya!" buyurdu.
EbûDâvûd dedi ki:
el-Esma'î' (cümlesini) şeklinde telaffuz etmiştir.[170]
3735... Aişe
(r.anha)'dan rivayet olunduğuna göre;
Peygamber (s.a)'e
"Buyûtü's-Sükyâ" denilen pınardan tatlı su getirilmiş.
Kuteybe dedi ki:
"Buyûtü's-Sukyâ bir pınardır,Medine ile arasında iki gün(lük mesafe)
vardır."[171]
Füveysika: Fare
demektir. Bu kelime fâsika kelimesinin ism-i tasgiridir. Fasıka ise yoldan
çıkan anlamına gelir. Fare, geceleri deliğinden çıkıp yanan lambaları
devirerek yangın çıkarmak gibi insanlara pek çok zarar verdiğinden kendisine
bu ismi vermişlerdir.
Bu babda geçen hadis-i
şeriflerde, fareler ile şeytan ve cinlerin şerlerinden, kapların ağzını açık
bırakmanın zararlarından bahsedilmekte ve bu serlerden ve zararlardan kurtulma
yolları öğretilmektedir.
Cinlerin ve
şeytanların serleri arasında, Besmelesiz olarak girilen evlere şeytanların da
girdikleri ayrıca cinlerin akşam karanlığı çökerken dışarıda bırakılmış olan
çocuklara musallat oldukları haber verilmekte, bu tehlikelerden kurtulmak için
de eve girince kapısını Besmeleyle kapamak ve hava kararmaya başladıktan sonra
çocukları yalnız başına dışarı salmamak tavsiye edilmekte, kapısı Besmeleyle
kapanan bir eve şeytanların giremeyeceği haber verilmektedir.
Gerçekten geceleri
yalnız bırakılan çocuklara insan ya da cin şeytanlarının musallat oldukları
sık sık görülen hadiselerdendir. Daha önce de açıkladığımız gibi, cinler kendi
âlemlerinde yaşayan ve insanlarda olduğu gibi aralarında kâfirleri de
mü'minleri de bulunan varlıklardır. İnsanlar Hz. pey-gamber'in tavsiyelerine
sarılmak suretiyle onların şerlerinden kurtulabilirler.
Esasen
"cinn" kelimesi gözle görülemeyen şey anlamına gelen bir kelime
olduğu için hakiki cinlerle birlikte insanlar tarafından kurulmuş pekçok gizli
kuruluşların da bu kelimenin kapsamına girdiğinde şüphe yoktur. Geceleyin
yalnız başına sokakta bırakılan çocukların bu gizli teşekküllerin tehlikesinden
kurtulma şansı hemen hemen yok gibidir.
Hadis-i şeriflerde bir
de yiyecek ve içecek kaplarının ağzını örtmek tavsiye edilmektedir. Çünkü
ağızları açık olarak bırakılan kapların her an görülmeyen toz ve mikropların istilasına
maruz kalacağında zerre kadar şüphe yoktur.
Babın son hadisinde
Hz. Peygamber'e buyûtu's-sukyâ denilen, ev şeklinde üstü kapalı olarak
muhafaza edilen pınardan özel kaplarla tatlı su getirildiğinden
bahsedilmektedir ki bu da Hz. Peygamberim pınarların pisliklerden korunmasına
ve içme sularına, gerek temizlik ve gerekse keyfiyet yönünden ne kadar çok
itina gösterdiğini ifade etmeye yeterlidir.[172]
[1] Buharı, tefsir sure (5) 10, eşribe 2, 5; Müslim,
tefsir 32, 33; Nesâî', eşribe 20.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/283.
[2] Bk. Davudoğlu A, Selâmet Yolları, IV, 72-73.
[3] Bk. A.g.e.
[4] Bk. Yeniçeri Celal, el-İhtiyar Tercemesi, 279.
[5] Bk. Yazır M. Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, II, 1310.
[6] Bk. Müslim, müsâkât 80; Ebû Dâvûd, büyü 20.
[7] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/284-286.
[8] Bakara, (2) 219.
[9] Nisa, (4) 43.
[10] Mâide, (5) 91.
[11] Tirmizî, tefsir sûre (5) 8, 9; Nesâî, eşribe 1; Ahmed
b. Hanbel, I, 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/286-287.
[12] Nahl, (16) 67.
[13] Kâfirûn, (109) 1, 2.
[14] Nisa, (4) 43.
[15] Mâide, (5) 90.
[16] Kur'an-ı Kerim'in Ahkâm Tefsiri, Çev: M.
Taşkesenlioğlu, I, 223-224.
[17] Hayreddin Karaman, Günlük Hayatımızda Haramlar ve
Helaller, 41.
[18] Kırca, Celal, Kur'an-ı Kerim ve Modern İlimler, 184.
[19] Mâide, (5) 90.
[20] Mâide, (5) 91.
[21] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/287-290.
[22] Nisa (4) 43.
[23] Tirmizi, tefsir sûre (4) 5.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/290.
[24] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/290-291.
[25] Mâide, (5) 90.
[26] Nisâ, (4) 43.
[27] Bakara, (2) 219.
[28] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/291-292.
[29] Nisâ, (4) 43.
[30] Bakara, (2) 219.
[31] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/292.
[32] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/292-293.
[33] Davudoğlu A, Selâmet Yolları, IV, 73-74.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/293.
[34] İbn Mâce, eşribe 6; Tirmizî, büyü 58; Ahmed b. Hanbel
I, 316, II, 25, 71, 97.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/293-294.
[35] Bezlü'l-Mechûd, XVI, 10.
[36] Tuhfetü'l-Ahvezî, IV, 517.
[37] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/294.
[38] Müslim, eşribe II; Tirmizî, büyü 58; Dârimî, eşribe
17; Ahmed b. Hanbel, III, 119, 180, 260.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/295.
[39] Davudoğlu A, Sahih-i Müslim Terecine ve Şerhi, IX,
259.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/295.
[40] Buharî, eşribe2, 3, 5, 21, mezâlim 21, tefsir sûre (5)
11; Müslim, eşribe 5; Tirmizî, eşri-be 8; İbn Mâce, eşribe 5; Dârimî, eşribe 7;
Ahmed b. Hanbel, II, 279, 408, 409, 474, 496, 526, 577, 578, III, 112, 181,
183, 189, 190, 217, IV, 267, 273.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/296.
[41] Mollamelimetoğlu, Osman Zeki, Sünen-i Tirmizî
Tercemesi, III, 336.
[42] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/296-298.
[43] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/298.
[44] Müslim, eşribe 13, 14; Tirmizî, eşribe 8; İbn Mâce,
eşribe 5; Ahmed b. Hanbel, II, 279, 408, 409, 474, 496, 518, 526.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/298-299.
[45] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/299.
[46] Müslim, eşribe73; Tirmizî, eşribe I; İbn Mâce, esri be
9; Ahmed b. Hanbel, il, 16, 29, 31, 105, 134, 137.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/299-300.
[47] Avnü'l-Ma'bûd, X, 118-119.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/300-301.
[48] Müslim, eşribe 74, 75; Tirmizî.eşribe 1; İbn Mâce,
eşribe 9; Nesâî, eşribe 45, 49; Ah-med.b. Hanbel, II, 178, 179, III, 361, V,
171, VI, 460.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/301-302.
[49] Nesâî, eşribe 44.
[50] Ankebût, (29) 45.
[51] Mübarekfûrî, Tuhfetü'l-Ahvezî, V, 601.
[52] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/302-303.
[53] A.g.e, 599.
[54] A.g.e, 599.
[55] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/303.
[56] Tirmizî, eşribe 3; Nesaî, eşribe 25; îbn Mâce, eşribe
10; Darimî, eşribe 8; Ahmed b. Hanbel, II, 91, 167, 179, III, 343.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/303.
[57] Aynî, el-Binâye, IX, 540-541.
[58] el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, V, 116-117.
[59] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/303-304.
[60] Buharî, vudû 71; eşribe4, 10; Müslim, eşribe 67, 68;
Tirmizî, eşribe 2; İbn Mâce, eşribe 10; Muvatta, eşribe 9; Dârimî, eşribe 7;
Ahmed b. Hanbel, VI, 36, 97, 190, 226.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/304-305.
[61] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/305.
[62] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/305-306.
[63] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/306.
[64] Buharı, ahkâm 22; Müslim, eşribe 70; Nesâî, eşribe 40,
49, 53.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/307.
[65] Davudoğlu, A. Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, XI,
292-293.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/307-308.
[66] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/308.
[67] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/308.
[68] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/308-309.
[69] Davudoğlu, A, Selâmet Yolları, IV, 75.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/309.
[70] Tirmizî, eşribe 3; Ahmed b. Hanbel, VI, 71, 72, 131.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/310.
[71] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/310.
[72] İbn Mâce, fiten 22.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/310-311.
[73] Yeniçeri, Celal, el~İhtiyar Metni Muhtar Tercemesi,
279.
[74] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/311-312.
[75] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/312.
[76] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/312-313.
[77] Buharı, iman 40, ilim 25, mevâkit 2, zekât 1, humus 2,
menâkib 1, 5, meğâzî69, eşribe 4, 8, edeb 98, ahâd 5, levhid 56; Müslim, iman
23, 25, 26, 28, eşribe, 33, 45, 56, 57; Tirmizî, eşribe 5; Nesâî, cenâiz 100,
iman 25, zinet 43, eşribe 5, 9, 23, 26, 28, 32-34, 36, 37,48; İbn Mâce, eşribe
13; Dârimî, eşribe 14; Ahmed b. Hanbel, I, 119, 138, 228, 274, 276, 291, 304,
334, 340, 352, 361, II, 14, 27, 41-43, 56, 58, 78, 211, 241, 279, 355, 414,
491, 501, III, 23, 57, 90, 237, 379, 432, IV, 86, 87, 206, 207, 213, 228, 429,
443, V., 57, 64, 65, 359, 446, VI, 31, 47, 80, 97, 98, 112, 123, 131, 172, 203,
242, 244, 314, 332.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/313.
[78] Bk. 3698 nolu hadis.
[79] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/313-314.
[80] Buharı, eşribe 8; Müslim, iman 24, eşribe 35, 43, 47,
49, 52, 54, 60; Tirmizî, eşribe 4; Nesâî, eşribe 28, 29, 48, 56; İbn Mâce,
eşribe 15; Dârimî, eşribe 14; Ahmed b. Hanbel, I, 27, 38, 50, 228, 229, 274,
304, 340, 348, 371, II, 29, 35, 44, 47, 48, 56, 73, 74, 78, 414, 450, III, 3,
9, 66, 78, 277, 279, 304, 384, 447, IV, 3, 5, 6, 57, 87, VI, 96, 97, 99, 203,
235, 244, 252, 333, 337.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/314-315.
[81] Buharı, İman 40, ilim 25, mevâkit 2, zekât I, humus 2,
menâkıb t, 5, meğâzî 69, eşribe 4, 8, edeb 98, ahâd 5, tevhid 56; Müslim, iman
23, 25, 26, 28, eşribe, 33, 45, 56, 57; Tirmizî, eşribe 5; Nesâî, cenâiz 100,
iman 25, zinet 43, eşribe 5, 9, 23, 26, 28, 32-34, 36, 37, 48; İbn Mâce, eşribe
13; Dârimî, eşribe 14; Ahmed b. Hanbel, I, 119, 138,228,
274,276,291,304,334,340,352,361,11, 14,27,41-43,56,58,78,211,241,279,355, 414,
491, 501, III, 23, 57, 90, 237, 379, 432, IV, 86, 87, 206, 207, 213, 228, 429,
443, V, 57, 64, 65, 359, 446, VI, 31, 47, 80, 97, 98, 112, 123, 131, 172, 203,
242, 244, 314, 332.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/315-316.
[82] A.Z. Gümüşhanevî, Levâmiu'I-Ukûl, I, 51.
[83] A.g.e, 51.
[84] Enfâl (8)41.
[85] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/316-317.
[86] Müslim, eşribe 33; Nesâî, eşribe 38; Ahmed b. Hanbel,
II, 491, III, 90.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/317-318.
[87] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/318.
[88] Müslim, iman 26; Nesâî, eşribe 15; Ahmed b. Hanbel, I,
361, III, 23, 432, IV, 207.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/318-319.
[89] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/319.
[90] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/319-320.
[91] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/320.
[92] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/320-321.
[93] es-Sehârnefurî eş-Şeyh Halil Ahmed, Bezlü'l-Mechüd,
XVI, 32.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/321-322.
[94] Nesâî, eşribe 29-37.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/322-323.
[95] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/323.
[96] Müslim, cenâiz 106, edâhi 37, eşribe 64, 65; Tirmizî,
edâhi 14; Nesâî, cenâiz 100, dahâyâ 36, fer' 2, eşribe 4; İbn Mâce, edâhi 16;
Dârimî, edâhi 6; Muvatta, dahâyâ 6-8; Ahmed b. Hanbel, III, 23, 57, 63, 66, 75,
237, 250, 388, V, 76, 350, 355-357, 359, VI, 187, 209, 282.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/323-324.
[97] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/324.
[98] Buharı, eşribe 8; Tirmizî, eşribe 6; îbn Mâce, eşribe
14.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/324.
[99] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/325.
[100] Buharı, eşribe 8; Müslim, eşribe 63-65.
Sünen-i Ebu Davud Terceme
ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/325.
[101] Müslim, eşribe 63.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/325.
[102] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/326.
[103] Buharı, eşribe 6; Müslim, eşribe 61, 62; Nesâî, eşribe
27, 38; İbn Mâce, eşribe 12; Dâri-mî, eşribe 12; Ahmed b. Hanbel, II, 35, III,
304, 307, 326, 379, 384.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/326.
[104] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/326.
[105] Buharı, eşribe 11; Müslim, eşribe 17, 19,28, 29;
Tirmizî, eşribe 9; Nesâî, eşribe 18; İbr Mâce, eşribe 11; Dârimî, eşribe 14;
Muvatta, eşribe 7.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/326-327.
[106] Müslim, eşribe 24, 41; Nesâî, eşribe 4, 5, 18; Ahmed
b. Hanbel, I, 276, 304, IV, 314.
[107] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/327.
[108] Nesâî, eşribe 4, 5, 18.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/327-328.
[109] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/328.
[110] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/328.
[111] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/329.
[112] Davudoğlu, A. Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX,
270.
[113] Hatipoğlu H,Sünen-i İbn Mâce Terceme ve Şerhi, IX,
151-152.
[114] Aynî, el-Binâye fî Şerhi'1-Hidâye, IX, 537.
[115] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/329-330.
[116] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/331.
[117] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/331.
[118] Nesâî, eşribe 56; Ahmed b. Hanbel, IV, 232.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/332.
[119] Müslim, eşribe 85; Tirmizî, eşribe 7.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/333.
[120] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/333-334.
[121] Müslim, eşribe 82; Nesâî, eşribe 56; İbn Mâce, eşribe
12.
Sünen-i Ebu Davud
Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/334.
[122] Ahmed b. Hanbel, IV, 232.
[123] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/334-335.
[124] Tahrîm, (66), 1.
[125] Tahrîm, (66), 4.
[126] Tahrîm, (66), 3.
[127] Buharî, talâk 8, eymân 25, tefsir sûre (66) 1; Müslim,
talâk 20, 21; Nesâî, talâk 17, ey-mân 20, nisa 4; Ahmed b. Hanbel, VI, 221.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/336-337.
[128] Buharı, talâk 8; eymân 25, tefsir (66) 1, et'ime 32,
eşribe 10, 15, tıb 4, hayl 12; Müslim, talâk 20-21; Tirmizî, et'ime 29; İbn
Mace, et'ime 36; Dârimî, et'ime 34; Ahmed b. Hanbel, VI, 59, 221.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/337-338.
[129] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/338.
[130] Davudoğlu, A. Salih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VII,
452.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/338-339.
[131] İbn Mâce, eşribe 15; Nesâî, eşribe 25.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/339.
[132] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/339.
[133] Müslim, eşribe 112, 113, 115; Tirmizî, eşribe II; İbn
Mâce, eşribe 21; Dârimî, eşribe 24; Ahmed b. Hanbel, III, 32, 45, 54, 118, 131,
147, 182, 199, 214, 250, 291.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/340.
[134] Buharî, eşribe 16; Müslim, eşribe 118, 119; Tirmizî,
eşribe 12; Nesâî, menâsik 165, 166, tahâre 77, 90, 102; İbn Mâce, eşribe 21;
Ahmed b. Hanbel, I, 102, 144, 159.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/340.
[135] Mübârekfûrî, Tuhfetü'l-Ahvezî, VI, 5-6.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/340-341.
[136] Buharı, eşribe 24; Tirmizî, eşribe 24, sayd 9; Nesâî,
dahâyâ 44; İbn Mâce, eşribe 20; Dârimî, eşribe 19, 28; Ahmed b. Hanbel, I, 226,
241, 293, 321, 339, II, 230, 247, 327, 353. 377.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/342.
[137] Ö.N. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 417.
[138] A.g.e. 424.
[139] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/342-343.
[140] Buharî, eşribe 23; Müslim, eşribe 110, 111; Tirmizî,
eşribe 17; İbn Mâce, eşribe 19; Dârimî, eşribe 19; Ahmed b. Hanbel, III, 6, 67,
69, 93.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/343-344.
[141] Tirmizî, eşribe 18; Ahmed b. Hanbel, VI, 161.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/344.
[142] İbn Mâce, eşribe 19.
[143] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/344-345.
[144] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/345.
[145] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/345-346.
[146] Buharı, eşribe 67, 68; Müslim, libâs 2, 4, 5, 12, 14,
15; Ebû Dâvûd, libâs 7, 9, 40; Tirmizî, eşribe 10; Nesâî, zînet 40, 43, 45, 50,
76, 79, 84, 87, 90-96; Dârimî, eşribe 25; İbn Mâce, libâs 16, 18, eşribe 17,
cihad 21; Ahmed b. Hanbel, I, 16, 43, 46, 50, 51, H, 99, 127, 146, IV, 92, 96,
99-101, 132, 134, 135, 284, 299, 428, 429, 435, V, 261, 385, 390, 392-398, 400,
404, 408, VI, 228.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/346-347.
[147] Hatipoğlu, H. Sünen-i İbn Mâce Terceme ve Şerhi, IX,
167.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/347.
[148] Davudoğlu, A. Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX,
414-415.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/347.
[149] Buharı, eşribe 14, 20; Dârimî, eşribe 22; İbn Mâce,
eşribe 25; Ahmed b. Hanbel, III, 328, 343, 344, 355.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/348.
[150] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/348.
[151] İbn Mâce, eşribe 25.
[152] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/349.
[153] Müslim, mesâcid 311; Tirmizî, eşribe 20; İbn Mâce,
eşribe 26; Dârimî, eşribe 28; Ahmed b. Hanbel, IV, 354, 382, V, 298, 303, 305.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/349.
[154] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/349.
[155] Buharı, eşribe 18; Müslim, eşribe 124, 125; Tirmizî,
eşribe 19; İbn Mâce, eşribe 2; Dârimî, eşribe 18; Muvatta, sıfatü'n-nebî 18;
Ahmed b. Hanbel, III, 110, 113,197, 231.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/349-350.
[156] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/350.
[157] Müslim, eşribe 123; Ebû Dâvûd, et'ime 20; Tirmizî,
et’ime 32; Ahmed b. Hanbel, III, 119, 185, 211, 251, 400, 401, VI, 465, 466.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/350-351.
[158] Davudoğlu, A. Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX,
331.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/351.
[159] Müslim, eşribe 121; Tirmizî, eşribe 15; İbn Mâce,
eşribe 23; Dârimî, eşribe 27; Muvatta, eşribe 12; Ahmed b. Hanbel, I, 220, 309,
358, III, 26, 32, 57.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/351.
[160] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/351-352.
[161] Müslim, eşribe 146; Tirmizî, da'avât 117; Ahmed b.
Hanbel, IV, 188-190.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/352.
[162] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/353.
[163] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/353.
[164] Tirmizî, da'avât 54; İbn Mâce, et'ime 35; Ahmed b.
Hanbel, IV, 272, 285, 304.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/353-354.
[165] Îbnü'1-Esîr, en-Nihâye, II, 93.
[166] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/355.
[167] Buharî, bedü'1-halk 11; Müslim, eşribe 96; Tirmizî,
et'ime 15; Nesâî, eşribe 38; Mu-vatta, sıfatünnebî 21; Ahmed b. Hanbel, III,
319, 351, 386, 395.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/355-356.
[168] Müslim, eşribe-96; Tirmizî, et'ime 15; İbn Mâce,
eşribe 16; Muvatta, sıfatünnebî 21; Ahmed b. Hanbel, III, 301, 386, 395.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/356.
[169] Buharî, bedü'1-halk 16; Müslim, eşribe 99; Ahmed b.
Hanbel, III, 388.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/357.
[170] Buharı, eşribe 12; Müslim, eşribe 93.
Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 13/357-358.
[171] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/358.
[172] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi:
13/358-359.